31 Mart 2010 Çarşamba

Büyükada Çıkartması’na Dair Gezi Notları vol. 2

Yol bilmez, iz bilmez, harita ile gezmez iki arkadaşın Büyükada gezisine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Angel henüz sahilde iken fotoğraf çekme işine soyunduğundan sebep bir süre iskele civarında gezindikten sonra meydandan keyfimize göre bir yol seçip ilerlemeye başladık. Güzergahımızın adı “Yüreğinin götürdüğü yere git” idi. Tamam, o kadar felsefik değilse bile rastgele bir yürüyüş tutturduk işte. Faytonların, bisikletlerin arasından geçerek gençliğimize güvenip tabana kuvvet ilerliyorduk. Aslında faytonla yapılan yolculuklarda tek bir istikamete gidiş söz konusu olduğu için vasıta olarak tercih etmemiş olabiliriz. Bir de işin maddiyat yönü var tabi. Lakin bizi caydıran tek seçeneğimizin olmasıydı. Bana inanıyorsunuz, değil mi? Bisiklet için ehliyet gerekmese de kullanmayı bilmek gerekiyor sonuçta. E o bilgi ne Angel’da ne de bende mevcut olmadığından kendimizi yollara vurduk. Yine de ben bisiklet kullanma yeteneğinin genlerimizde varolduğuna inanıyorum. Bir gün öğreniriz elbet. Niye gülüyorsunuz ki şimdi? Öğrenmenin yaşı yok diye bir söz duymadınız mı hiç canım?
Angel yol boyu nerede kedi gördüyse fotoğrafını çekti, çöp kutusunun üzerindeki kediler dahil. Bense gördüğümüz köşklere hayran hayran bakmakla meşguldüm. Nerede eski bir ahşap köşk görsem deyim yerinde olmasa da üzerine atladım. Sizler için burada bir örneğini sergileyeyim:


Şimdi kendimi ve sizleri birkaç dakikalığına ciddiyete davet ediyorum. Zira Word dosyama yapıştırdığım fotoğrafa bakarken aklımdan geçen sözler espriden oldukça uzak bir duruş sergiliyorlar. Eğer yolunuz Büyükada’ya düşerse yenilenmiş, pırıl pırıl köşklerin yerine eskimiş ahşap bir köşkün karşısında birkaç dakika konaklamalısınız mutlaka. Evin dış görünüşünü zihninize doldurduktan sonra tahta kapıya yanaşıp üzerine elinizi koyun. Gözlerinizi kapatıp nostalji kokan bu yerin 1900lü yılların başlarındaki halini zihninizde canlandırmaya çalışın. Ardından kulaklarınızın frekansını zorlayıp işitebileceğinizin ötesindeki sesleri duymaya çalışın. Duvarlardaki çatlaklardan sızıp ruhunuza dolan hikayeyi dinleyin. Gerçekte yaşanmamış olsa bile ne çıkar? Zihninizde yaşattıktan sonra kendi biçiminde bir hakikat haline gelecek ya. Ben elimi koymasam da geçmişten gelen hayaletleri hissettim. Nostalji ruhuma çoktan yerleşmiş benim.



Görmüş olduğunuz bu köşkün tam önünde ikili bisiklete binmiş bir çift durakladı. “Pardon, önünüze çıktık galiba” dediler. Angel “Sorun değil. Sizi de çekeyim” dedi. O vakit gerçek niyetlerini belli ettiler. “Biz aslında bizim de fotoğrafımızı çekersiniz diyerek durduk önünüzde” dediler. Böylelikle Angel’ın karesinde yer ettiler. Teşekkür edip yollarına devam ederlerken bir süre arkalarından baktık. Aramızda birkaç cümle ile memnuniyetimizi belirttikten sonra “çiftimizin aşkları daim olsun, yüzleri hep gülücükle dolsun” diyerek yürümeye devam ettik. Hey! Yanyana gördüğümüz bir kız ve bir erkek illa sevgili olacak diye bir kaide yok, değil mi? Belki sadece arkadaştırlar. Eğer öyleyse o şirin çocuğu kendime alsam ben. Şaka, şaka-mı acaba?..
Biz böyle köşklerle, insanlarla, hayvanlarla alakadar bir vaziyette yürürken fark ettik ki bayağı yol almışız. Lakin hala istediğim gibi insandan yoksun bir sokak bulamamışız. Bu yüzden rotamızı ara sokak denilebilecek bir yöne çevirip yokuş yukarı tırmanmaya başladık. Sessiz sakin bir yere ulaşınca çığlık atmak, kendi etrafında dönmek, seke seke yürümek, yolun üzerine kurulmak, hoplayıp zıplamak eylemlerini itina ile yerine getirdim. Evet, ben çatlağın önde ve derinden gideniyim. Yakılan kaloriler sonucunda vücut enerjiye ihtiyaç duyunca temiz bir asfalt üzerine – asfaltın at pisliği ile kirlenenindense ayak izi ile kirleneni makbuldür - yerleşip yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri sindirdik. Ardından tekrar yola koyulup gezimize kaldığımız yerden devam ettik. Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Bir de baktık ki bayağı bir yol gittik. Öyle ki tepelerden birinde idik. Tepenin ismini az önce Vikipedi sayesinde öğrendiğim için söyleyebilirim: İsa Tepesi. Üzerinde kurulu olan Rum Yetimhanesi ile ayrı bir muhteşemdir. Yetimhane 30 yılı aşkın bir süredir kullanılmadığından harabeye dönmüş olmasına rağmen halen etkileyiciliğini yitirmemiştir. Zira kendileri Dünya üzerindeki en büyük ahşap yapılardan biridir. Blok halindeki binalardan birinin fotoğrafını sizler için buraya koyuyorum. Sanatsal yönü olan bir kare yakalamışım sanki. Ne dersiniz?




Bulunduğumuz nokta bizim için zirve niteliği taşıdığından artık geri dönme vaktinin geldiğine karar verdik. Dönüş yolunda beni arayan babama “Ben artık eve geri dönmeyeceğim. Yaşamımın geri kalanını burada geçirmeye karar verdim” dedikten sonra Twitter’da cikleme operasyonuna daldım az buçuk. Angel ise çoktan benzer bir haberi ailesine Facebook yolu ile uçurmuştu. Hansel ve Gretel gibiydik. Büyükada bizi şekerle kandırıp içeri almıştı. Tadını aldıktan sonra İstanbul’a geçip stresli yaşama atılmak istemiyorduk. Dönüş yolunda aynı güzergahı tercih edip tanıdık yollarda başka yüzlere rastlarken bir aralık bir kademe aşağı sokağa dalmaya niyetlendik. Aynı yerde iki turist mevzilenmiş, yavru bir kedi ile fotoğraf çektirmekteydiler. Kediyi serbest bıraktıklarında gelip bacağıma sürtünmüş. Lakin ben bunu görmediğim için bir korku ibaresi gösterdim en miniğinden. Sonra “ah canım, yavru kediymiş” şeklinde eğilerek kendisini sevme işine daldım. Angel görevi benden devraldı. Bir süre sonra işin boyutu ikimizi de aştı. Kedicik attığımız her adımda peşimizde bitip bacaklarımıza sürtünüyor, sevimlilik gösterileri sunuyordu. Öyle ki neredeyse çantaya koyup eve götürecektik. Biz kedi ile oyanaladuralım, turistler geldikleri yönden geri dönüp karşımıza dikildiler. Peki istedikleri ne idi? O an neler yaşandı? Hepsi az sonra. Az sonra dediysem Tvlerde yaptıkları gibi üç dört saat sonra manasında. Hatta saat itibariyle bayağı bir zaman sonra. Tamam, tamam, sustum...

1 yorum:

  1. ahauahua çok heyecanlı :D neler olacak merak ediyorum :D
    angel

    YanıtlaSil