12 Şubat 2011 Cumartesi

TÜYAP sen bizim herşeyimizsin!

Bugün tarihe velhasılıkelamsever insanın has Japanlarla ve Korelilerle haşır neşir olduğu gün olarak geçmiştir. Nasıl mı? Okuyalım, öğrenelim.

Kargo'nun dediği gibi " Sabah uyandım baktım bir çevreme " bugün. Saat 10.00 olmuş. Uyanma vakti dedim kendi kendime ama önceki günün misafir yoğunluğunun etkisi üzerimden henüz geçmemiş olacak ki yarım saat daha kapattım gözlerimi. SS501 - In Your Smile eşliğinde uyku mahmurluğunu üzerimden attıktan sonra oniki çeyreğe doğru kardeşimi de yanıma katarak evden çıktım. Aradaki iki saatlik süre içerisinde ne yaptığımı sormayın ya da sorun ki açıklayayım: Japonya ve Kore'nin salon ve stand numaralarını araştırdım; etkinlikleri not ettim. Çünkü istikamet turizm fuarıydı.

Fuar alanına vardığımızda girişteki absürd durumla uğraştık azıcık. Adını, soyadını, mesleğini, mail adresini söyle; sana kim olduğunu söyleyeyim tarzı bir giriş söz konusu oldu. Önceki sene davetiye numarası ile giriliyormuş. Niye böyle debdebeli bir hale getirdiklerini anlayamadım açıkçası. Neyse. Boyuna asılan kartlarımızı alıp çantanın dibine attıktan sonra girişteki gösteriyi izledik sıcağı sıcağına. Orta yaşlı yabancı teyzeler ve amcalar Türk Halk Müziği'nden örnekler sunuyor; hem söylüyor hem dansediyorlardı. Enerjilerine hayran kaldım. Hele ki sırf fuarda üç saat ayakta kaldığım için bel ağrısından ölme durumuna geldiğim zaman daha çok hayran kaldım. Fazla biyoenerjisi olan varsa bu tarafa doğru yollasın lütfen.

Salon 1 e adım attığımız anda kanım bitlendi. Japonya'yı aranır oldum. " Japonya 2200 numaralı standdaymış Angel. Numaralar nerede yazıyor Angel? Japonya'yı göremiyorum Angel. " diye sevgili arkadaşımın başının etini yedim. Neyse ki sabırlı insandır kendisi. Tatlı tatlı teskin etmeye çalışır. " Numaralar giderek küçülüyor. İleridedir herhalde. Sırayla gezelim biz " gibi... Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Sağa döndük. Sola geçtik. Bir ileri bir geri gittik - tamam burada kesiyorum - derken... Hayır! Japonya değil efenim, Tayland standının önünde bittik. Daha doğrusu kardeşim ve Angel ayrı ayrı bittiler. Ben uzaklardaydım o vakit. Cam işçiliğini uygulamalı olarak gösteren bir sanatkarı inceliyordum. Oradan İstanbul standına uçtuk. Bilmiyoruz ya hani. Hat sanatı ile isim yazan bir sanatkar da orada vardı. Faydalanmak istedik biz de kendisinden ama kuyruğa girdiğimizde yemek saati gelmişti. Bir saat sonra gelin dediler. Fuardan çıkmadan önce tekrar uğradık biz de lakin bu kez de yarım saatlik molasına denk geldik. Vermeyince mabud neylesin Sultan Mahmud hesabı...

Fuar alanı anlatılmaz, yaşanır. Safranbolu evleri tarzında dekorlardan tutun da kanatlı melek tarzı canlı dekorlara kadar birçok farklı şey gördük. İkramlara şahit olduk ama sadece bir ikisini kabul ettik. Mado'nun salebini içtik mesela. Belirtmeden geçmeyeyim: Bu benim ikinci salep içişim. İlkini yıllar önce Ankara'da bir pastanede ikram etmişlerdi ama sevmemiştim. Hatta o günden sonra ağzıma sürmemiştim. Bundan sonra içmesem bile hakkında kötü düşünmeyeceğim.

Gezinirken bir ara Angel'ı Tanzanya standındaki bayanla gördüm. O tarafa nasıl gittiğini ve o esnada benim ne yaptığımı hatırlamıyorum maalesef. Yanlarına gidince Angel beni bir anda tercüman konumuna oturttu ve söylediklerini bayana çevirmemi istedi. Senelerin İngilizce birikimini - ki eğitimin yanında dizilerin de epey bir yardımı olmuştur - nihayet doğru düzgün kullanabileceğim bir fırsat çıkmıştı karşıma ve ben ilk defa çekingenlik hissetmiyordum. Bu fırsatı kaçıramazdım. Büyük bir ciddiyetle geçici tercümanlığı yaptım. Öyle iyi yaptım ki görevli bayan İngilizce'yi nerede öğrendiğimi sordu. Okulda dedim ama yeterli gelmedi. " Here? In Turkey? " dedi şaşırarak. Çok da mütevaziyimdir. Gerçekten öyleyim. Ne derece bildiğimi sorduğunda başta az biraz diye yanıtlamıştım kendisini.

Demiştim ya kanım bitlendi diye salona girer girmez, hah, işte o durum dakikalar geçtikçe dayanılmaz bir hal aldı ve nihayetinde peşimdekileri sürükleyerek Fuji dağının doruklarına çıkardım... Diyeceğim ama inanmayacaksınız. Biliyorum. Daha var zaten oraya. Çünkü önce rastgele önümüze düşen Kore standına gittik. Not etmiştim numarasını ama öncelikle Japonya'ya odaklandığım için birdenbire karşımda çekikgözlüleri görünce şoka uğradım. Bilmem söylememe gerek var mı ama yüzümde aptal bir gülümseme oluşmaya başladı standda Korelileri görünce. Aralarında biri vardı ki... Onu görünce sakuralar açtı ruhumda. Bahar erkenden geldi gönlüme. Beni bu çekikgözler mahvetti dedim kendi kendime.

To be continued...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder