17 Ekim 2011 Pazartesi

Ama ben neden hala böyleyim? Tırs tırs!


Benden size tavsiye: Eğer korku&gerilim seyretme alanında profesyonel değilseniz - ki bu türde izlediğiniz yapımlar yaptığınız hesaplar sonucunda sene başına bir elin parmakları ile eşit değerde birşeye denk geliyorsa öylesiniz - nadiren yaşayacağınız evde sinema, dizi gibi tecrübelerde bilgisayar ekranı ile aranıza en az bir metre mesafe koyun. Aynı şekilde geriye doğru çekilme, sinme, zıplama gibi olası durumları hesaba katarak arkanızda da en az bir metrelik boşluk olmasına özen gösterin. Çığlık atarak odadan fırlama huyunuz varsa yapımı izlerken sırtınızı açık olan oda kapısına verin ki kendi türünüzden birinin olduğu ilk yere kapak atmanız kolay olsun. Bunların hiçbirini düşünemeyip üstüne üstlük kulaklıkla bilgisayar başına oturan bana ise " geçmiş olsun " . 

Yabancı dizileri takip edenler arasında BBC eseri Merlin'i takdir etmeyenler olabilir ama bilmeyen yoktur herhalde. Tek sezon olarak düşünülerek işe girişilmiş ama halk bağrına basınca bugün dördüncü sezonuna ulaşıp biz takipçilerini mutlu etmiş bir yapım. Korku veya gerilimden çok macera tadında. Ama bu demek değil ki büyücünün başrol oynadığı bir dizide adrenalin salgılamadan izleyeceğiz her bölümü. Unutmuşum tabii ben aradan geçen zaman yüzünden bunun böyle olduğunu. Bu yüzdendir sırtımı duvara verip bilgisayarı kucağıma yerleştirmem. İşin içine bir de kulaklıkları kattım mı al sana şenlik!

Efenim, binbir hevesle başlamışım diziyi izlemeye. John Hurt o karizmatik sesiyle geleneksel açılışı yapmış ki dizide en sevdiğim üç şeyden biri bu: " In a land of myth and a time of magic, the destiny of a great kingdom rests of the shoulders of a young boy. His name... Merlin " . Dakikalar ilerledikçe Arthur ( Bradley James ) piyasaya çıkıyor ve sözcükler dudaklarından fırladığı an dizide en özlediğim şeyin ne ( kim? ) olduğu aklıma geliyor: Bradley James'in İngilizce şakıması, pardon konuşması. Öyle tatlı bir aksanı var ki ellerimi yanaklarıma koyup başımı hafifçe yana sarkıtarak ben de tatlı moduna geçiyorum direk. Böyle yazınca konuşma biçiminden çok kendisini tatlı buluyormuşum gibi duruyor. Ups! Az önce birşey mi itiraf ettim acaba? Şaka bir yana - gerçeklik payı bir kenarda dursun - hakikaten dikkate değer bir telaffuzu var. Neyse. İşi sulandırdım ama ortalığı sel basmadan asıl mevzuya döneyim ben. Nerede kalmıştım? Hah! Arthur&Merlin ikilisinin lafla kapışmaları falan derken iyiden iyiye kendimi diziye vermiştim. Yirmi dakika geçti geçmedi, bir olay yeri incelemesi söz konusu oldu doğaüstü nedenlerden ötürü. İlk sezondaki çaylak Merlin şimdilerde büyücülükte epey yol almasına rağmen girdiği samanlıkta işittiği hışırtılardan dolayı tedirgin olunca ben de hafiften tırsmaya başladım. Korkudan faltaşı gibi açılmış gözlerle etrafı süzerken ben de aniden yapılacak olan ses ve görüntü baskınına hazırlanıyordum. Görünen o ki boşa hazırlanmışım. Zaten gerilmiş olan bendeniz ansızın patlayan ve kulaklıklar nedeniyle hiç kayba uğramadan direk sistemime giren ses efektine tepkisiz kalamadım ve ağzımdan fırlayan çığlık eşliğinde duvarla aramda kalan birkaç cm.lik mesafeyi kapatacak kadar geriledim. İmkan olsa birkaç metre daha geri giderdim. Üstelik ortaya fırlayan şey sadece bir tavuktu. Sadece tavuk! Ben miyim yoksa tavuk?.. 

Bir ara Uzakdoğu yapımı birkaç gerilim filmi izlesem fena olmayacak galiba. En azından bir tavuk yüzünden bu hallere düşmem. Her şeye rağmen Merlin candır, umarım birkaç sezon daha sürecek olan bir yapımdır diyor ve yazıma burada son veriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder