19 Kasım 2011 Cumartesi

Onur Ataoğlu'ndan imza alma öncesinde, esnasında, sonrasında vol. 2



Bu yazıyı okuyacak olanların hayatımda ilk defa bir yazardan imzalı kitap edindiğimi bilmelerinde fayda var. Belki o zaman birazdan göz gezdirecek olduğunuz cümleleri anlamlandırınca olayların tuhaflık derecesi bir nebze de olsa azalmış olur.

Dört kişi o gün çocuklar gibi şendik, dört kişi o gün dev gibi bir kitap fuarına girdik. Onur Ataoğlu'nu uzaktan şöyle bir iki defa gördüm yanımdakiler kitap alışverişi yaparken. Saat iki gibi standdaki imza kürsüsünde yerini aldığını biliyorum mesela. Hatta eşlikçilerim " Bak yazar yerleşmiş. Kitabı alıp imzalat da eve dönelim " gibisinden birşeyler fısıldadılar bunun üzerine lakin ben razı olmadım. " İmza saatinin 15.00 te başladığı yazıyordu fuar sitesindeki listede. Rahatsız etmek istemiyorum erken gidip " gibisinden birşeyler geveledim. Oysa durum bambaşkaydı. Çekingenlik zor şey vesselam! Böyle bir tepkinin ardından terkedildiğime şaşırmazsınız muhtemelen. Sonuç olarak saat 14.20 itibariyle ilköğretim öğrencilerinin hakimiyet kurduğu bir dünyada yirmili yaşlarda oyalanan biri olarak tek başıma ve savunmasız kalakaldım. 

Aslında niyetim Çınar Yayınları standına 15:17 de gidip esprili bir giriş yapmaktı. Bilen bilir, kitap fuarının sitesinde Onur Ataoğlu'nun imza saatini 15:17 şeklinde yazmışlar. Hatta üzerinde espriler döndürülmüş. Ben de espri halkasının bir parçası olmak istedim ve o saat gelinceye değin standlar arasında iki ters bi düz tarzı hareketler sergiledim. Göz alıcı bir manzarayı seyreder gibi kitapları seyrettim. Ara ara öğrencilerden mürekkep bir hortumun içine düşüp onların götürdüğü yere gitmek durumunda kaldığım da oldu. Birkaç dakikada bir saate bakmayı da ihmal etmedim tabii. Öyle böyle derken vakit geldi çattı. Peki ben ne yaptım? Biri beni çiviyle çakmış gibi olduğum yerde kalakaldım. " İşte şimdi yandın velhasılıkelamsever insan! " dedim, " Yen bakalım çekingenliğini yenebilirsen! " . Böylelikle birkaç tur daha attım fuar alanında ama sayısının tüm hakları bende saklıdır. Hiçbir insan evladına da söylemeyi düşünmüyorum. Kimse ısrar etmesin.

Efendim, ben böyle çaresiz dolaşırken aklıma hayat rehberim Burcisu'yu aramak geldi. Beni cesaretlendirmeyi başarabilen nadir dostlarımdan biridir kendisi. Bir iki başarısız denemenin ardından - tam da ümitlerin tükendiği anda - karşı taraf telefonu açtı ve rahat bir nefes aldım. Gerim gerim gerildiğimi ve bu yüzden standın yanına dahi yaklaşamadığımı söyledim kendisine. Hani ya neredeyse imza almadan dönmeyi düşünüyordum eve. Birkaç dakika konuştuktan sonra öyle birşey dedi ki Burcisu sıkıysa gitme! " Bak canım! Eğer Onur Ataoğlu'ndan hemencecik imzalı bir kitap almazsan Twitter aracılığıyla kendisine mention atar, senin iki saattir o civarda dolandığını söyler, çekindiğin için yanına yaklaşamadığını üstüne eklerim! Gerisi malum. Tercih senin. " dediği anda elim kolum bağlandı. Zira Onur Bey ile bir iki defaya mahsus bir mention geçmişimiz mevcut. O şekil bir komedi örneği olmayı göze alamayacağımı iyi bilen Burcisu beni can evimden vurmuştu. Yapacak tek şey kalmıştı artık. Derin bir nefes alıp... Olmadı bu. Derin bir nefes daha alıp... Hala hazır değildim. Derin bir iki nefes daha alıp telefonu kapattım ve hemencecik Onur Bey'in yanına seğirttim. İki elimi standın üzerine yerleştirip kendinden emin bir tavırla " Merhaba Onur Bey! Japon Ne Yapmış'ı imzalamanızı istiyorum benim için " dedim... Desem de inanmayın.

Yazarla selamlaştıktan sonra bakışlarımı kitaplara eğdim çünkü beynimin çarkları işlemeyi durdurmuştu o an. Zihnim tek damla mürekkep yalamamış kağıt misali tertemizdi. Söyleyecek kelime bulmakta zorlandım. Alnımda ter damlalarının birikmeyişine hala şaşırıyorum. Birkaç saniye mi yoksa birkaç dakika mı olduğunu bilemediğim bu acemilik esnasında " Kendine gel velhasılıkelamsever insan! Şeker gibi bir insan duruyor karşında. Bu gerginlik çok anlamsız! " diyerekten saldım çayıra kendimi. Salmaz olaaaaaydım nırınırınım! Bilen bilir, bende bir ayar eksikliği var. Ne zaman ne yapacağım belli olmaz. Beklediğim dışa dönük yavru meydana çıkınca bir coşmuşum bir coşmuşum ki ne siz sorun ne ben söyleyeyim diyeceğim ama yazacağım zaten şimdi.

İki kitap aldım. Japon Ne Yapmış'ı kendim için Japon Yapmış'ı ise Angel'a hediye etmek amacıyla imzalattım. Nitekim dün kendisi için Onur Ataoğlu'ndan imzalı bir kitap edindiğimi söyleyince " Japon Yapmış mı? " diye sordu. Şok oldum birden. " Almış mıydın yoksa? " diye telaşa düştüm ama durum öyle değilmiş. " Senden çok duymuştum da oradan hatırlıyorum " diye yanıtladığı zaman sorumu öyle sevindim ki anlatamam. Neyse. Konumuz bu değildi. Kitabımı imzalaması için kendi kalemimi uzattım Onur Ataoğlu'na. O da kabul etti sağolsun. " Parmak izinizi alıp bilimsel çalışmalar için kullanmayacağım. Merak etmeyin " gibisinden birşey dedim o esnada. Umarım Onur Bey " Komşuda ne enterefantastik okuyucular pişer, bana niye böyle çatlağı düşer? " gibi bir düşünce geçirmemiştir aklından. Çok korkuyorum sevgili okuyucu.

İmza işi sona erdikten sonra Onur Bey incelik gösterip benimle minik çaplı bir sohbete ortak oldu. Niçin şaşırdığını bilmiyorum ama kendisini Twitter ve blog günlüğü aracılığı ile takip ettiğimi, geçen gün konuk olduğu radyo programını da dinlediğimi belirttiğim zaman gözleri hayretten kocaman açıldı çiçeği burnunda yazarımızın. Böylelikle ben de prestijli okuyucu konumuna geçerek yerimi sağlamlaştırmış oldum. Ne diyorum ben ya?! Kitap tanıtımı yapmak için fazla zamanı olmadığını söylediğinde temsilcisi olmayı teklif ettim. İstanbul gibi birşey de koymadım başına. Türkiye temsilciliği olur, Dünya temsilciliği olur falan. İşin esprisi bir yana ağzımdan nasıl çıktığını çözemediğim cümleler bunlar. Cuma günü imza vermek yerine hafta içi imza gününü pazartesi gibi fuarın daha tenha olduğu bir zamana kaydırmasını istedim ( İç sesim: Ohannesburger velhasılıkelamsever insan! Oldu olacak katılım saatlerini de sen belirle! Hatta kitap fuarının olduğu haftaki programını yazara gönder ki sana göre ayarlayabilsin. Tövbe tövbe!.. ) . Bir aralık söz Hayao Miyazaki'ye geldi. İlk defa onun yönettiği bir yapımı seyrettiğimi ifade ettiğimde Onur Bey şaşırmış görünüyordu. Ben de günü kurtarabilirim ümidiyle Japon animelerinden çok edebiyatı ile alakadar olduğumu söyleyip başladım eserleri elimden geçmiş yazarları saymaya: Haruki Murakami, Yukio Mişima, Kenzaburo Oe ( İç sesim: Yok artık LeBron James! Bu da nesi ? Kendini edebiyat kültürü mantarı olarak tanıtmalar falan ) . Yazar okuyucularının eleştirilerini önemsediğini söylediğinde " İkinci kitabınızı okumayı bitirdiğimde blog günlüğüme yazıp size linki veririm " dedim ( İç sesim: Hani o standlar arasında çekingen çekingen dolanan velhasılıkelamsever insan? Hani o gergin bakışlarla etrafı seyreden velhasılıkelamsever insan? Özlüyorum, arıyorum. Duyan da seni bu işin erbabı zanneder. Az biraz yavaş git be kızım! Ödüllü yazar var karşında ) Bir aralık işaret parmağımı tuhaf açılarla sallayarak Onur Bey'in amacının Japonya'yı tanıtmaktan çok insanları gülmekten öldürmek olduğunu söyledim. Arkasından konuşmuş gibi olmak istemem. Tivit tivite bakıyoruz şurada.  Kendi iyiliği için diyorum çünkü okurlarının büyük kısmı gülme komasında olduğu için imza gününe gelemiyorlar sonra. Hatalıysam ara: 05XXXXXXXXX. Cozuttum yine!

İsterdim ki Onur Bey sağ gözüme baktığında yüz yirmilik değerde bir IQ parlaması , sol gözüme baktığında ise yüz otuz şiddetinde bir IQ patlaması görsün ama nerede? Bir soru sorayım dedim. Onu da yüzüme, gözüme, üstüme, başıma bulaştırdım. " Türk kültürü ile Japon kültürü arasında... Ee sizin tecrübe ettiğiniz... Hani bu bizim kültürde de var dediğiniz... Ortak bir şey var mı hani bu Türklerde de böyle dediğiniz? " ( İç sesim: İki cümleyi biraraya getiremedin velhasılıkelamsever insan! Sus bence. Bi gıdım artı puan almışsındır belki lakin süpürdün hepsini. Şimdi yavaşça mekanı terket ) . Sesim sorunun sonlarına doğru iyice zayıfladı zaten. Hiç sormamayı diledim lakin Onur Bey bir yerden yakalayıp cevap verince rahatladım az biraz. Aslında başka sorularım da vardı ama cesaret edemedim. Minik bir sohbetin ardından " Buyurun, bir sandalye de size çekelim de oturup iki lafın belini kıralım şuracıkta " diyen çıkmayınca gitme zamanının geldiğine karar verip mekanı terketmek üzere veda cümlelerini sıraladım. İşin esprisi bir yana Onur Beyle sohbet etmek öyle eğlenceli ki insan hakikaten katlanabilir bir sandalye getirip standın önüne kurulmadığına yanıyor. Kitaplarındaki mizahi üslup diline yansımış derler ya aynen öyle. İmzalaması için verdiğim kalemi yine kendisi geri verdi. Tamamen unutmuşum. Bu da ayrı bir komedi olarak anıdaki yerini aldı. Mektup yazarken kullandığım kalemdi ama bundan sonra işlevsiz kalacak. Camekan arkasına yerleştirip saklamayı düşünüyorum öylece. Ah bu çocuk ben!.. Belirtmeden geçemeyeceğim. Gitmeden önce bi Güliver Devler Ülkesi'nde durumu söz konusu oldu. Tamam. Sohbet imkanı bulduktan sonra Onur Bey gözümde daha bir devleşti ama bu söz tamamen boyu ile alakalı. Kendisini görenler ne demek istediğimi anlamışlardır. 

Velhasılıkelam Onur Ataoğlu'nu tanıyın, tanıtın. Kitap fuarı haricinde kendisini görmek pek mümkün olmasa da takipte kalın ve hem eğitici hem karın kaslarını çalıştırıcı yazılarını okuyun. Eserlerini hatmedin ki Felsefe, Coğrafya, Tarih, Sanat vb. konulardaki bilginiz artsın. Ne olursa olsun imza günlerini kollayıp bu içten, mütevazi, nazik, hoşsohbet, kalemi gibi nüktedan yazar ile karşılıklı iki kelam etmeyi sakın unutmayın! 



Yazarın Twitter sayfası için tıklayınız!

Yazarın blog günlüğü için tıktıklayınız!

4 yorum:

  1. hahaha ne güzel bir yazı olmuş. Şimdi hatırladım ben Japon Yapmış'ı ilk senin blogunda görmüştüm sanırım. Bu arada ben de Onur Bey'den bir imza kaptım. Yazısı gün içerisinde blogda :))

    YanıtlaSil
  2. Öyle mi? Çok mutlu oldum ^^ Kitap fuarı ile ilgili izlenimlerini okumak için sabırsızlanıyorum ^^

    YanıtlaSil
  3. Yaaa, hem şaşırdım, hem üzüldüm! bu kadar gerilmeye ne gerek vardı, ben de orada "birileri gelse de sohbet etsek" diye bekliyordum zaten! Başında 100 kişilik imza kuyruğu olan yazarlardan değilim ki, zaten yazar değilim ki...

    yorum ve görüşlerin için çok teşekkür ederim, çok mutlu oldum. ama bir daha böyle olmasın lütfen, fuarda turlayacağına doğrudan standa gel, rahat rahat sohbet edelim...

    YanıtlaSil
  4. Yorumunuz için teşekkürler. Seneye hakikaten yanıma katlanabilir sandalye alıp standın önüne kurulurum ama siz böyle derseniz ^^

    Başkasını bilemem lakin benim gözümde " yazar " olduğunuz için bizzat tanışmadığım insanlara yaklaşma hususunda çekingen olan ben çifte gerginlik yaşadım doğal olarak. En azından bir yere kadar... Bir dahaki imza gününe dair umutlarım yüksek. Bekleyelim görelim ^^

    YanıtlaSil