3 Kasım 2010 Çarşamba

Hazırlıksız yakalandım!

En zayıf noktaya vurdu darbeyi ve çatırdamaya başladı buz. Önünü alabilmenin mümkünatı var mıydı? Yanıtı bilmiyorum. Nasıl bilebilirim ki? Göz açıp kapayıncaya kadar olup bitti herşey.
Buz tabakası kırıldı. Parçaları ayaklarımın altında serili olmasa inanmayacağım. Bir dakika! Bir ses duyuyorum. Hep aynı ritimle çalan bir melodi bu. Hiç yabancı gelmedi. Bir yerden çıkartacağım ama...
Biri içeride ateş yaktı galiba benden habersiz. Buz kesmiş ruhum ısınıyor mu ne? Bedenime de işledi bu kaynağı belirsiz sıcaklık. Alevler yanaklarımı yalıyor. Hey! Pencereden içeriye süzülen o şey de ne? Gözlerime inanamıyorum. Bu bir bulut!
Ah! Şimdi anladım. Daha önce de buna benzer bir yolculuk yapmıştım. Mantıklı olmam gerek. Ayaklarım zemine gayet sağlam basıyorken boşluğa düşme tehlikesini göze alamam. Almamalıyım. Almayacağım?..
Neden gitmiyor? Niçin bekliyor hala? Peki öyleyse. Ufak bir seyahatin zararı olmaz herhalde. Etrafa şöyle bir göz gezdirebilirim. Fazla uzun sürmez sevgili mantık. Merak etme, hemen dönerim.
Ayaklarım yerden kesildi. Uçuyorum. Bunun nasıl bir zevk olduğunu unutmuşum. Öyle ani oldu ki nefesim kesildi. Alışmak zaman alacak. Alışmak mı? Kimi kandırıyorum? Geri dönmeyeceğim, hem de uzunca bir süre.
Aa! Kalp! Kanat çırpıyor hızla göğe doğru. Merak ettim. Acaba bu denli büyük bir arzu ile yükselmesinin sebebi ne? Birazdan öğrenirim. Aynı yere gidiyormuş gibi görünüyoruz. Sakın bu bulutu o kalp yönlendiriyor olmasın? Geldik bile. Yalnız gözlerim kamaştı. Hiçbir şey göremiyorum. Çok parlak. Alışmam lazım önce. Hah! Şimdi daha iyi.
Mavi... Böyle tatlı bir renk, bu denli sanatsal derinliğe sahip bir tablo görmedim ben. Sonsuza dek, bıkmadan öylece seyredebilirim o mavi gözleri.

2 yorum: