23 Ağustos 2012 Perşembe

Büyükada çıkartması vol. ?? ( ikinci bölüm )

Angel ile Taksim'de ıslak hamburgerlere yumulmak suretiyle midemizi şenlendirdikten sonra bizi Büyükada'ya ulaştıracak vapurun kalkacağı iskeleye gittik. Kalabalığı görünce gözlerimiz yerinden fırlamadı desem yalan olur. Bayram tatiline kavuşan soluğu iskelede almış. Üstüne bir de turist kalabalığı eklenince olmuş mu sana mahşer kalabalığı! İçeride çapımızı sığdırabileceğimiz bir yer bulmak pek kolay olmasa da çoğunluktaki yerimizi aldık. Üstüne derin bir " Oh! " çektik. Bir ara, çevremizdekiler de dahil, duyduğumuz anonsu yanlış anlamak suretiyle telaşa kapılmış olsak da Angel bir Sherlock Holmes edasıyla cümleleri çözümleyerek hepimizi rahatlattı sağolsun. Anons iskele dışındakileri sakinleştirmek için yapılmış meğer. Vapur saati deyince biz balıklama atladık " Nasıl yani? 14.30 da mı açılacakmış kapılar? Bir saat daha beklersek burada nefessizlikten ölebilirim " nidaları arasında. 

Efenim, vapur iğne atsan yere düşmez deyişinin tam karşılığıydı desem hiç abartmış olmam. Oturacak yeri geçtim ayakta dikilecek yer bulmak bile mesele haline gelmişti. O derece. Tek iyi yönü çekikgöz nüfusunun oldukça fazla olmasıydı. En azından bi rahatlama sebebi buldum kendimce. Hak verirsiniz ki bir buçuk saatlik süre o halde geçmezdi başka türlü. Tamam ya tamam. Kendimce sebep üretiyorum yine. Yalnız kendilerinin limon sıkacağı satan abiye özel ilgi göstermeleri hatta birkaç tane limon sıkacağı satın almaları tuhaf göründü gözüme. Ülkemizden bir hatıra götüreceklerse yanlarında bu kadarla kalmasalar iyi olur. Hiç yoktan bi buzdolabı magneti almaları lazım bence. Şehir dışından gelen arkadaşlarım hep öyle yapıyorlar da. 

Vapur rota üzerindeki iskelelere yanaşırken yaşadığımız devinimlere Angel ile Meksika dalgası adını verdik. Öyle hareket ettik. Bu da bizim yegâne eğlencemiz oldu Büyükada'ya ulaşana dek. Öyle ya da böyle kara göründü. Denizde geçirdikleri süre boyunca sıkıntıdan patlayanlardan biri vapurun üst katından iskeleye atlamak suretiyle Ada'ya ayak bastı. Tahta köprüden geçmek için beklerken aşağıya uçan birini görmek her zaman şahit olabileceğimiz bir sahne değil. Uçma tecrübesi varmış ki yere sağsalim kondu kerata. Siz siz olun sabırsız davranmayın bu gibi durumlarda diyeyim de ben...

Büyükada o gün tıklım tıkış, insanlar sıkış tepiş, ortalıkta bir itiş kakış... Bilmem anlatabiliyor muyum? Hava sıcak olduğu için atların fayton güzergahında bıraktığı gübre - kibar yollu yazdım ama anladınız siz - kokusu dayanılmaz dereceye varmıştı. Bir süre sonra burun direkleri kırılıp koku alma duyusu hissizleşiyor insanın. Bir de yolda yürürken taze gübreye ayak izini bırakmak istemeyen kişinin dramı var ama bunlar Ada'nın keyfini çıkarmaya engel değil. Benim gözümde tek pürüz insan kalabalığının olması. İstanbul'dan kaçış planı suya düşüyor zira o zaman. Neyse ki Büyükada haritası çıkartabilecek kadar tecrübeliyim de kimselerin uğramadığı yolları mesken tutarak sorunu çözebiliyorum.  

O nasıl kedi sevmektir Angel?!

Bir Ada klasiği olarak kedi sevmek... Dondurmalarımızı yemişiz. Keyifliyiz. Geriye ne kalıyor? Sokak aralarında bir kedi bulup hayvan sevgimizi kendisine aktarmak. Yavru olması makbuldür. Büyükada bu yönden pek cömert. İkiz kedilere rastgeldik bu seferki Ada çıkartmasında. Yalnız çift yumurta ikizi olduklarından şüpheleniyorum. Çünkü biri cana yakın olma hususunda diğerine tur bindirir. Öyle de bir durum mevcut. Yapmadığı şebeklik kalmadı keratanın. Hoplayıp zıplamak, giysi ve çanta kemirmek, patilerle beşlik çakmak... Bir de kucağınıza aldığınız vakit size bir bakışı var ki aşka gelip nara atabiliteniz yüksek. Bunu yaşayanın benden ziyade Angel olması ise hayıflanma sebebi. Maalesef bendeniz hayvanların kaburgalarını hissettiğim anda bir tuhaf oluyorum. Kendilerini kaba bir şekilde kucağımdan atmamak için o kadarına yeltenmeyip boyunlarını okşamakla yetiniyorum. Bu da hakkımda bi dipnot olsun sizlere. 

Arkası yarın ya da öbür gün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder