31 Mart 2010 Çarşamba

Büyükada Çıkartması’na Dair Gezi Notları vol. 3

Aslında üçüncü bölümün özetini verip bir hafta sonra yayınlamayı planlıyordum amma ve lakin sabırsızlığım beni alt etti. İşte yine yeni bir bölümle karşınızdayım. En son sokak aralarından birinde karşımıza çıkan turistlerde kalmıştık. Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Angel ve ben kediyi okşayıp bir yandan da sevgi dolu anları belgelerken turistlerden biri – Angel Alman olduklarını iddia ediyor lakin sarıya çalan bi tarafları yoktu – şöyle dedi:
- Excuse me, do you speak English?
Angel ve ben sorulan soruyu gayet iyi anlamamıza rağmen heyecandan – daha doğrusu çekingenlikten - dilimiz tutulmuş vaziyette birbirimize sorgulayan bakışlar fırlattık. Angel benden yana umut olmadığını görünce görevi üzerine aldı ve “Yeah” dedi. “Yes” değil, dikkatinizi çekerim. “Yes” yerine “Yeah” kullanmak biz İngilizce’yi anadilimiz gibi konuşuruz demektir. Bunun üzerine diyalog şöyle devam etti:
-Tourist Handsome1: Dou you know where Trocki’s House is? He is a politician...bla bla bla
( Birkaç saniyelik bir sükunetin ardından )
Angel: No.
( Angel’ın “No” demesi ile birlikte dili çözülen bendeniz )
- We don’t know where it is.
Tourist Handsome1: TeşekkUr ederiz.
Angel&Ben koro halinde : Rica ederiz.
İnsan bir iki kelam eder, değil mi? Yok anacım, yok. Beyler uzaklaştıktan sonra aklımıza geldi hinlikler. Lakin artık çok geçti. Kedilerle haşır neşir bir vaziyette Ada yollarında ilerlerken fark ettik ki her sokağın bir kedisi var. Sokak bitimine kadar eşlik edip sonrasında arkanızdan bakmakla yetiniyor. Sizi bilmem ama bana ilginç geldi.
Şöyle böyle derken bir de baktık ki saatlerdir yoldayız ve artık sırtımızın sandalye arkası görmesi gerekli. Aslında başka bir yerimizin sandalye görmesi gerekti. Lakin terbiyemi bozmak istemediğimden yazmıyorum. Siz de anlamamışsınızdır ne demek istediğimi, eminim. Böylelikle dondurma yemek maksadıyla sahilde kurulu Mado’ya gittik. Dondurma deyince akla her an Mado gelir zaten, değil mi? Angel’ın “Özsüt” deyişini işitir gibiyim. Bu konuda zıt kutuplardayız kendisiyle maalesef.
Efendim Mado’dan çıktıktan sonra fark ettik ki yediğimiz dondurmalar yetmedi. “Oha” diye tabir edebileceğiniz bir şekilde ikinci kez birşeyler yeme aşamasına geldik. “Oha” serbest dediysek ille de söyleyin demedik. Ayıp oluyor, lütfen. Zaten yemekten vazgeçtik. İnanmayanlar olursa sevgili arkadaşıma sorabilirler. İçimiz ferahladıktan sonra bu kez bir öncekine zıt yönde bir güzergah tutturduk. Bu seferki yolda senin benim gibi diye ifade ettiğimiz insanlara ait evler vardı genellikle.

Bir aralık martılarla kedilerin ortasına düştük. Martılar bizim için “kanon” yaptılar. Angel fotoğraflarını - yukarıda, solda - çekerek belgeledi o anı. Yerli halkın bakışları altında ezildik. Afrika’daki yerli kabilelerden birinin ortasına düşmüş gibi hissettik hatta. Rum okulu, kilise, orman bişey derneği derken sokaklardan birinde yine bizim turistlere çatmayalım mı? Hoppala paşam, malkara keşan durumu. Sormak istedim kendilerine acaba bize sordukları evi bulabildiler mi diye. Lakin çekingenliğim seviye atlayınca görmezlikten geldim. Evet, evet, bir gülücüğü bile esirgedik. Umursamadıklarını söyleyebilirsiniz tabi ama bana ayıp ettik gibi geldi. Türk genlerim öyle dedi en azından. Efendim biz sokak aralarında gezine duralım, turistlerle birkaç kere daha karşılaşıp her seferinde görmemiş ayağına yattık. Hatta bir aralık ben telefonu elime alıp anlamsız birkaç cümle söyledim Angel’a abartılı hareketler eşliğinde. Tüü, rezil ben. Utandım bak şimdi.
Angel ile gezimizde turistlerden ayrı düştükten sonra sahil boyunca yürümeye devam ettik. İskelede yine yeni yeniden kendilerini görünce “N’oluyoruz” diye bir sual geçti aklımızın bir köşesinden. Büyükada’da köşe kapmaca mı oynuyoruz acaba dedim bir an. Neyse efendim, kendileri bir buçuk saatlik vapur seferini, biz ise elli dakikalığı tercih ettiğimizden ayrı iskelelerde gezindik de olay noktalandı çok şükür. Bir süre sonra insan yoksa ruh ikizim bu mu diye düşünmeye başlıyor. İş tehlikeli hale gelebiliyor sayın okuyucu.

Sahilde gün batımına dair güzel kareler yakalama çabası içerisinde iken zaman 18.40’a dayandı. Vapurumuza yerleşip – Angel yine cam kenarını kapıverdi- Kabataş’a doğru yol aldık. Böylelikle bir Ada macerasını noktalamış olduk. Yeni maceralara gebeyiz artık...


3 yorum: