13 Haziran 2010 Pazar

Seni hiç unutmayacağım Opuntia ficus indica

Hayatınız boyunca unutamayacağınız denli acı bir deneyiminiz oldu mu hiç? Çığlık çığlığa bağırmamak için dudaklarınızı parçalamak istercesine ısırmanıza neden olabilecek türden bir acı. Eh, benim oldu. Böyle bir giriş yaptım diye sakın ha duygusal bir yazı beklemeyin bu kez. Hayal kırıklığına uğramamanız için önceden uyarıyorum sizi. Sonra "Vay bu kız sağ gösterip sol vurdu" veyahut "Yok efendim biz de edebiyat parçalamış diye dakikalarımızı heba ettik" şeklinde şikayetlerle bana gelmeyin.
Zamanla aram pek iyi olmadığından tam tarihi veremeyeceğim. Fakat şöyle söyleyeyim ki acı çekmemin asıl sebebinin bilimsel karşılığını öğrendiğimde üniversitede ikinci senemde idim. Demek ki olayın yaşandığı yıl daha öncesine – çok da geriye değil tabii – dayanıyor. Muhtemelen 18 ila 19 yaşları arasında mekik dokuyordum. “Bize ne senin kaç yaşında olduğundan? Bir an önce sadede gel” diye söylenen arkadaşlar varsa kendilerine hak vermekle birlikte biraz sabırlı olmalarını rica edeceğim. Sarfettiğim cümleler “boş” olabilir lakin “boşuna” değil. Az önce felsefenin yandan yemişi tarzında bir cümle kurdum. Farkettiniz mi? Etmediyseniz bile artık biliyorsunuz.
Yaş bakımından gençliğinin ilk çağlarını yaşayan biri gibi gözüksem de her an çocukluk çağına dönebilitesi yüksek biriyim. Bir çocuk parkı gördüğümde salıncakta sallandığım, kaykaydan kaydığım, tahterevalliye – böyle yazıldığından tam olarak emin değilim – bindiğim; bir ağaç gördüğümde tırmanmaya çalıştığım dönemler olmuştur ve büyük bir olasılıkla olmaya devam edecektir. Bunlar iyi hoş da bazen gerçekten saçmaladığım oluyor ya ona yanarım ki anlatacağım olayda hakikaten de yandım diyebilirim. Tüm bunları yazdıktan sonra gönül rahatlığıyla sadede gelebilirim. Aranızdan buraya kadar gelemeyenler içinse söyleyebileceğim tek şey var: Sizin adınıza üzgünüm.
Yıl 2004 veyahut 2005. Mevsimlerden yaz. Aylardan...O kadarını hatırlamıyorum çünkü elimde ipucu yok. Aile büyükleri köy evinin verandasında – öyle ahım şahım birşey hayal etmeyin – oturmuş muhabbet ediyorlardı. Bense evin bir başka cephesindeki korkuluksuz balkonda konumlanmış vaziyetteydim. Sebebini bugün dahi bilmediğim için sizlere de açıklayamayacağım bir durumdan ötürü hemen aşağıda olan abimle – manevi olanından – hinlik peşindeydik. Kendisinin benden iki yaş büyük oluşu mantıksız davranışımızı mazur göstermeyeceği gibi daha da garipleştirecek, biliyorum ama yine de bilgilendirmek istedim sizi. Neyse efenim, olaya geri döneyim. Abim evin dışında, ben de evin bir parçası olan balkonda mevzilenmişken aklıma bir fikir - fikir demeye dilim varmıyor aslında ama parmaklarım çoktan yazdı bile - geldi. Abimi balkondan içeriye alıp verandada oturan annemleri güldürecektim. “Aman ne komik” diye söylendiğinizi duyar gibiyim. Gerçekten de komikti. Katıla katıla güldüler. İnanmıyorsanız az daha sabredin. Ukalalık etmek istemem ama bana hak vereceğinizden eminim.
Plan kısa ve netti. Bir an önce uygulamaya koymalıydık. Doğuştan bu yana zayıf ve çelimsiz olan ben uzun boyu sayesinde zayıf da olsa kilosu bir hayli olan abime elimi uzattım. Sen kimsin de yerçekimine kafa tutuyorsun, değil mi? Bekleneceği üzere abim yerçekiminin çekiciliğine – çekim gücüne de diyebiliriz – karşı koyamadı ve dengesini yitirip yere kapaklandı. Bense çömelmiş vaziyette olduğumdan dengemi yitirdim ve babaannemin sevgili Opuntia ficus indica’sının üzerine düştüm. Halk dilinde kaynana dili olarak bilinen bu bitkinin bir fotoğrafını aşağıya koyuyorum ki neler çektiğimi daha iyi anlayabilesiniz.

Çiçeğe aldanıp da "Bu ne güzellik" demeyin sakın. Zira dikenine katlanmak pek de kolay değil. Bunun için kendimi epeyce zorlamam gerekti. Dikenlerin sivri uçlarını hassas bir noktada – hatta birkaç noktada – hissettiğim vakit deli gibi bağırmak istedim lakin yapamadım. Sessizliğim yaşadığım dehşetin bir göstergesi oldu adeta. Canım hiç olmadığı kadar yanmıştı. Tek tesellim kot pantolon giymiş olmamdı. Neyse ki olayın vehametini bayağı düşürdü kendileri. O gün bugündür dolu dizgin bir aşk yaşıyoruz zaten. Öyle ki onsuz dışarı çıktığım zamanlar oldukça nadir.
Aile büyükleri abimin yere kapaklanması üzerine hareketlenip de sonrasında benim vaziyetimi görünce bayağı bir güldüler tabi haklı olarak. Velhasılıkelam – bu söze bayılıyorum – olayı ufak hasarlarla atlattık. O gün bugündür nerede bir Opuntia ficus indica görsem bu anıyı hatırlarım. Şu an bu satırları yazarken hariç. Öylesine aklıma geldi.
Sözlerime burada son verirken yine asıl mevzuyu kısa tutup öncesini sakız gibi uzatışıma bir anlam veremediğimi belirtir, buraya kadar gelebilen siz sevgili okuyucuya teşekkürü bir borç bilirim.
Sevgiler.

1 yorum:

  1. Yine her zamanki gibi eğlenceli bir yazı olmuş :) Ben de artık hiç unutmayacağım kendisini :D

    YanıtlaSil