30 Haziran 2010 Çarşamba

Yaza dair

Şu ana kadar geçen yaşamım boyunca yaz döneminde Rize’ye gitmediğim tek bir sene geçmedi. Ta ki bu yıla değin. Doğduğum topraklarda inzivaya çekilmek benim için terapilerin en güçlüdür aslında. Senenin tüm yorgunluğunu, stresini ve sıkıntısını üzerimden atabilmem için en ideal yoldur yeşille mavinin birçok insanı imrendiren birlikteliğinin arasında bir iki ay vakit geçirmek. Tabir yerindeyse yeniden doğmanın uzandığı tek yoldur bana göre. Fakat bu yıl bir kez olsun değişiklik yapmak istedim. Neden bilmem, ezberlediğim yaşamlar yerine uzun yıllarımı verdiğim yedi tepeli şehri daha yakından tanımak istedim. Hala vakit varken boş zamanımın bir kısmını İstanbul’u daha derinlemesine keşfetmek için ayırmaya karar verdim. Hiç adım atmadığım yerlerde ayak izimi bırakmak, daha önce gittiğim yerlerde ise gözden kaçırdığım şeylerin farkına varmak istedim. Hiç gitmediğim müzeleri görmek, daha önce gittiklerimi detayına inerek gezmek istedim. Nostaljiyi yakaladığım Büyükada’ya beşinci, altıncı hatta yedinci kez çıkartma yapmak ve geçmişten kopup gelen fısıltılara kalbimi açmak istedim. Fena mı ettim?
Bir de bilgi açlığımı biraz olsun yatıştırmak adına hazırlamış olduğum eğlencelik yapılacaklar listem var:
1. Farklı türlerde kitaplar okumak.
2. Sene boyunca biriktirmiş olduğum tarih dergilerini okumak.
3. Çekikgöz sempatizanı olarak Japonca öğrenmek.
4. Zayıf sinema dağarcığımı dallanıp budaklandırmak.
5. Yemek yapmak hususundaki beceriksizliğimi mümkün mertebe azaltmak için pratik yapmak.
Ve tabii ki hepsinden öte - şu sıralar ilham perimle başım dertte olsa da - becerebildiğim sürece yazı yazmak.
Şimdi, müsaadenizle, mantarlı tavuk sote yapmam gerek. Önümüzdeki bir iki gün içinde benden haber alamazsanız bilin ki zehirlenmişim. Ups!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder