20 Temmuz 2010 Salı

V. Büyükada Çıkartması vol. 1


Çok sevgili okuyucu,

Yine Büyükada gezisine dair bir yazı ile huzurlarınızda olmaktan ötürü büyük mutluluk içerisinde olduğumu belirtmeme müsaade edin. En son gidişimin üzerinden iki aydan fazla bir süre geçti. Takdir edersiniz ki bu süre zarfında kendisini pek çok özledim. Neyse. Sözü sakız gibi uzatmadan günü anlatma kısmına geçsem iyi olacak. Keyifli okumalar.

Saatim çalmadan uyandım o gün demeyi çok isterdim. Böyle olması için de çok çaba sarfettim, inanın. Her zamankinin aksine gece üçten önce uyuyabilmek adına günün çoğunu ev işlerinin peşinde koşturarak geçirdim. İçimden acaba gezi öncesi kendimi bu denli yorarak hata mı ediyorum dememe rağmen durmadım, devam ettim. Fakat hiçbir işe yaramadı. Üçten önce uykuya dalamadım. Dolayısıyla sabah telefonun alarm zili ile uyandım. Bir aralık gitmesem de şöyle güzelce bir uyku çeksem diye düşündüğüm bile oldu. Ama Büyükada'ya olan aşkım ağır bastı ve bir buçuk saat süren hazırlık aşamalarının ardından kendimi yollara vurdum.

Her zamanki buluşma yerimizde Angel ile biraraya gelerek akbilleri fulledik. Araçsız insanların sıkıntısız bir seyahat geçirebilmesi için araç sahibi olanların benzine duyduğu ihtiyaç misali akbile ihtiyaçları vardır. Bunu unutmayalım. Neyse. Saat 9.30 civarı olmasına rağmen yurdum insanı metrobüs ve tramwaylarda yine kalabalık oluşturmuş ve biz de bu durumdan nasibimizi almıştık tabii ki. Neyse ki her şeyin sona erdiği Kabataş iskelesinde nefes alma kabiliyetimize tekrar kavuştuk da iş tatlıya bağlandı.

İskeleyi görünce Angel öyle bir heyecanlandı ki beni unutup maraton koşusu yapmaya başladı. Tamam, itiraf ediyorum, deniz otobüsünün kalkmasına on dakikalık bir süre kaldığından ötürü tabana kuvvet diyerek koştu kendileri. Fakat ben nasıl olsa kara göründü, aceleye ne gerek var diye düşündüğüm için ardından yavaş adımlarla yürümeye başladım. Gerçi benim yavaş adımlarım bir başkasınınkine göre bayağı seri kaçıyordur muhtemelen. Yürürken jet misali coşmak gibi bir huyum var maalesef.

Haftaiçi Ada'ya gidiyor oluşumuzun en büyük göstergesi üçte biri boş yolcu koltukları ile yüz yüze gelmemizdir. Bundan önceki gidişimi hatırlıyorum da tek bir boş koltuk yoktu ortalıkta. Bu durum bizi ziyadesiyle memnun etti tabii. Sözüm ona daha evvel yaptığımız gibi birşeyler okuyarak geçirecektik elli dakikalık seyahat süresini. Uykusuz dergim hazır ve nazır bir biçimde yanımdaydı. Angel ise Amin Maalouf - Beatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl kitabını getirmişti yanında. Amma ve lakin geçen seferki yolculuğumuzun aksine ikimiz de uykusuz hallerimizi unutup çene yarışına giriştik. Böylelikle vaktin nasıl geçtiğini anlamadık bile.

Ada iskelesine vardığımızda çığlık çığlığa durumuna geçmesek de hayranlık dolu sözler eşliğinde karaya adam attık. Doğanın tadına varmadan önce yapmamız gereken son görevi gerçekleştirmek adına diğer iskeleye doğru bir yürüyüş tutturduk ve trionun tamamlanmasını sağlayacak üçüncü arkadaşımız Zeze'nin vapurunun gelmesini bekledik. Bir süre sonra bir ordu insanın üzerimize doğru yürümeye başladığını farkedince vapurun iskeleye yanaşmış olduğunu görmüş olduk. Birkaç dakikalığına ufukta görünen şahsiyetler arasında arkadaşımızı seçmece oyunu oynadıktan sonra nihayet biraraya geldik. Artık doğa yürüyüşü tadındaki gezimiz için hazırdık.

To be continued...

3 yorum:

  1. çok heyecanlı, devamını merakla bekliyorum yazının :D

    YanıtlaSil
  2. gezinin benden önceki kısmını öğrenmiş oldum böylece :))
    birileri foto yollasa da ben de yazımı yazsam bendeki fotolarda hep ben varım da :p

    YanıtlaSil
  3. Koyduğum fotoğraf üçüncü çıkartmaya ait. Dün fotoğraf makinasının azizliğine uğradım, malumunuz. Sizinkileri de merakla beklemekteyim :D

    YanıtlaSil