25 Kasım 2013 Pazartesi

Türk'ün Sushi İle İmtihanı:Zorlu Bir Başlangıç

Henüz Japon kültürü ile haşır neşir olmadığım yıllarda çiğ balık etinin lezzetli olabileceğine inanıyordum. Tek dayanak noktam canlı/sağlıklı görüntüsüydü üstelik. Yıllar geçti ve ben beynime Japonya seferleri düzenlemeye başladım. Bununla birlikte leziz çiğ balık inancımı teoriden pratiğe taşıma cesaretini kendimde bulamadım. Kafamda deli sorular vardı. Kendi kültürünün yemeklerine mesafeli duracak kadar seçici olup yıllarca bu konudaki mızmızlıkları ile annesine zor anlar yaşatan biri Japon yemek kültürünü niye beğensindi? Laz böreğine, termona hatta hamsi tavaya yüz vermeyen velhasılıkelamsever insan sushiyi yemeye niçin niyetlensindi? Ah bu önyargılar! Ah bu Japonların gözü önünde yediğim şeyi sindiremeyip sevimsiz bir görünüm olarak tabağa geri boşaltırsam ayıp olurlar! Ah bu " Hamsi tava sevmeyen Karadenizli mi olurmuş? " diye köklerimi irdeleyen insanlar! Sonuncusu olmadı ama idare ediverin artık. Aklınızdan geçmiştir diye sitem edeyim dedim peşin peşin. Neyse. Öyle böyle derken birkaç ay önce bana sonrasında deli cesareti olarak tanımladığım bir hal geldi. Uzakdoğu mutfağından örnekler sunan en yakın restorana kapağı attım. Orada bir şey yediğim sanılmasın. Siparişi paketletir paketletmez eve yollandım sürpriz yaşayacaksam gözlerden ırak olayım hesabı. Bu sürprizi evde de yaşama ihtimalim mevcuttu aslında ki ismi annem olur. Ayrıntılı bilgi için bkz. bir önceki blog gönderim. Yol boyu n'apsam da annemin gözünden uzak tutup gerçekleştirsem ilk sushi deneyimimi diye kara kara düşünürken çıkış kapısı kendiliğinden açılmasın mı? Evde değildi o esnada. Öyle sevindim ki anlatamam. Odaya kapanıp gizli gizli yemeyi bile aklımdan geçirdiğim bir vaziyetteydim çünkü. Yazarken utandım bildiğin. Unutun çabuk, unutun.



Balık ne kadar iriyse sushinin lezzeti de o kadar iyi oluyor-muş. Aralarında doğru orantılı bir bağ var-mış. Bu yüzdendir ki tercih ettiğim ilk sushi menüdeki eski adıyla toro roll, bugünlerdeki adıyla maguro roll, dilimize vuracak olursak yağlı ton balıklı sushi olarak geçiyor. Tattığım ilk Japon mutfağı ürününün fotoğrafını şuracıkta paylaşmak isterdim fakat yüklediğim yerde bulamadığım için kendisini işin kolayına kaçıyorum. Tabağı saymazsak her şey aynıydı zaten. Gelelim fasülyenin faydalarına. Geçmiş inancımdan gelen komik bir özgüvenle yeni başlayanlar için sushi tavsiyelerini gözardı ederek, biraz da sebzelisini yiyince sushi yemiş olduklarını mı sanıyor bu insanlar ya düşüncesine dayanarak körlemesine daldım ben olaya. İyi mi ettim? Hayır. Hayır. On kere, yüz kere, bin kere hayır. İlk anda beni dumura uğratan pirinçteki keskin sirke tadı olmasına rağmen çiğ balık ile yüz göz olan papillalarımla bambaşka bir boyuta taşındı mevzu. Ağzıma alışımın üzerinden henüz birkaç saniye geçmişti ki... Devamını siz getirin. Ben ileri sarayım. Olayın şokunu üzerimden attıktan sonra ama benim bunu beğenmem lazımdı, hayalimde öyleydi, bu ilişki başlamadan bitemez, n'ayır, kabul etmiyorum vb. düşüncelerle tekrar uzattım çubukları tabağa. Soya sosuna bandırdım bu kez sushiyi. Hiç ümitlenmeyin. Ağzımda biraz daha evirip çevirebilme kabiliyeti kazandığımla kaldım maalesef. Mideyi geçtim yutağı bile göremedi yavrucak. Ben de ziyan etmeyeyim daha fazla diyerek vazgeçtim üçüncü bir deneme yapmaktan. Öylelikle kaldım mı peki? Hayır. Merak dediğimiz ucu bucağı olmayan bir duygu ne de olsa. Hazır bulmuşken wasabiyi tadayım dedim. Normalde sıvımsı bir halde sunulur diye biliyorum ben fakat bizimki daha çok oyun hamuru(?) kıvamındaydı fotoğrafta da görüldüğü üzere. Miniminnacık, gerçekten miniminnacık bir parçayı ağzıma almamla aynı yerden ejderha misali alevler saçmam arasında bir saniyelik zaman dilimi mevcut. Acıya bağışıklık kazanmış değilim henüz. Bir tencere çorbadaki bir tutam pul biber dahi yanıyorum dememe yol açabilir. Wasabi ise benim bakış açıma göre bir paket pul bibere denk yakıcılığa sahip bir sos. Güzel tarafı ise şu: Etkisi uzun sürmüyor. Hemen bitişiğindeki zencefil turşusu ise adeta wasabi yangınının külünü yeniden yakıp geçiyor. Pardon, geçmiyor; geçmek bilmiyor. Velhasılıkelam wasabi ile boyunun ölçüsünü almayan, zencefil turşusuna lahana turşusu muamelesi yapıp koca parçayı ağzına atan insanın dramını yazdı tarih o gün. 


Anlattıklarımı özetleyen bir gif paylaşmasam olmazdı. Böyle bir anının ardından bir daha yanından geçmesem Japon mutfağının kimse şaşırmazdı muhtemelen. Fakat ben hayalimdeki tecrübeye tutunmaya devam ettim ve aylar sonra yeniden sushi yeme kararı aldım. Yaptım bunu, evet. O da bir başka yazının içeriği olsun. Sözlerime yeni başlayanlar için sushi uyarısı yaparak son vereyim: Siz siz olun - özellikle midesi hassas olanlar ve yemek seçme yarışında altın, gümüş ve bronz madalya ile ödüllendirilenlere sesleniyorum - ilk denemenizde sebze içerikli sushiye burun kıvırmayın. Olmadı çiğ deniz ürünü ile pirinç arasında başka bir malzeme olmasına dikkat edin. Ben çektim. Siz çekmeyin.

Sevgiler.

Dipnot: Fotoğraf ve gif hakları üçüncü şahıslara aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder