14 Nisan 2014 Pazartesi

Sakın Şaşırma: Orhan Veli 100 Yaşında


Giriş cümlesi yazmak bu kadar zor olmamalı. Bir şeyler yazıp silmekten öteye geçemedim kaç dakikadır. En iyisi bu şekilde ilerlemek deyip konuya giriş yapıyorum: Geçenlerde Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde Orhan Veli'yi konu edinen bir sergi açıldığını öğrendim ve şiirle mesafeli, buradan Japonya'ya kadar diyelim, bir ilişkimiz olmasına rağmen gitmeye karar verdim.


Tez canlı ruhuma yenik düşmem için birkaç gün yetti. Rotamı belirledim, yola koyuldum. Öncelikle en olmadık zamanda burnumun dibinde bitip en uygun olduğum vakitte kayıplara karışan kitabı minik kütüphanemin en nadide parçalarından biri yapabilmek için verdiğim uğraşa nokta koymak adına bir kitapçıya gittim. Yol üzerinde müdavimi olmaya gönüllü olduğum Uzakdoğu restoranını görüp içine düştüğüm nefis mücadelesinden alnımın akıyla çıktım ve nihayet, nihayet, nihayeeeeeettttttt Samuraylar Çağı'nı kendime bağladım.


Başlıkla alakasız ilerlediğimin farkındayım fakat "İçini dök düşünmeden, hiç üzülmeden; sonra sen 'sen' olursun." diye mırıldanarak birkaç şey daha söylemek istiyorum: Benim bu Uzakdoğu açlığından çektiğim nedir? Neden kitap çevirileri eser miktarda? Niçin filmler özel gösterim haricinde uğramıyor sinemalara? Niye Uzakdoğu mutfağına dair her şeyi bulamıyorum burada? Hangi sebeple satışı yapılmıyor ürünlerin? Bunları yazınca sakinleşirim diyordum ancak daha çok sinirlendim. Yazmasaydım iyiydi. Neyse. Bu paragraf yokmuş gibi devam edeceğim ben. Siz de bozmayın rica ederim. 


Yapı Kredi Kültür Merkezi'nin kapısını aralamamam için hiçbir engel yoktu artık. "İtiniz." yazısıyla birlikte hareket edince bir anda içeride buldum kendimi. Basamakları tırmanınca iki üç kişiden mütevellit bir gruba rastgeldim. Beklediğim tam da buydu. 


Pek kimse yok, rahat gezerim sergiyi diye düşünerek hata ettiğimi fark etmem için birkaç dakika geçmesi gerekti. Velhasılıkelam, fotoğrafta gördüğünüz Orhan Veli artık yalnız değildi, ben de öyle. Sayıca üstün bir grup tarafından kuşatılmıştık. Oysa ben sergiye yalnız gittiğim için şairin yanında fotoğraf çektiremediğime yanmakla meşguldüm. İçeriği güzel bir kare çıkabilirdi ortaya. Yazık oldu.


Alttan soldaki fotoğrafta Orhan Veli beş yaşındaymış, sağdakini on üç yaşında iken Boğaziçi vapurunda çektirmiş. Sağ üsttekinde kardeşi Fürüzan ve arkadaşı Ekrem ile sandalda. Arkasına düştüğü notta şöyle yazmış şair: "8-10-934. Sevgili kardeşim Fırıldak, Beykoz'un sandal hatıralarından bir hatıra olmak üzere takdim ederim kardeşim. Ağbeyiniz." Bitişiğindeki fotoğraf ise Galatasaray'ın ilkokul kısmına yazıldığı yıl stüdyoda çekilmiş. 


Şairin arka sıranın ortasında yer aldığı yukarıdaki fotoğrafın 1926 yılında bir futbol maçı esnasında çekildiği tahmin ediliyor. Adnan Veli Kanık şöyle demiş: "Orhan çocukluk çağlarında, spora çok düşkündü. Top oyununa bayılırdı. Altı ıskaralı futbol ayakkabısından lastik dizliğine kadar her şey tamamdı. Tatil günlerinde evimizin karşısındaki arsada, sabahtan akşama kadar tek kale oynardık. O zaman 11-12 yaşlarındaydı. Bazı günler de aramızda mukavemet koşuları yapardık. Ben onun, eski Taksim stadyumunu 20 tur döndüğünü bugünmüş gibi hatırlarım. O zamanlar Galatasaray Lisesi'ne gidiyorduk. Orhan, okulun uslu, akıllı, sevilen öğrencilerinden biriydi."


İlk fotoğraf babasının mesleği gereği Ankara'ya taşınan Orhan Veli'nin öğrencisi olduğu lisede çekilmiş. Soldan ikinci sırada kendisi. Aynı karedeki beyaz paltolu kişi, Rıfkı Melûl Meriç, şairin Ahmet Hamdi Tanpınar'dan sonraki edebiyat öğretmeniymiş. Onun yetişmesine gerçek anlamda hizmet etmiş. Hemen altındaki fotoğraf 1931 yılına ait, lise bahçesinde çekilmiş; gözlerini şaşı yapan kişi Orhan Veli'nin ta kendisi! Bitişiğindeki fotoğraf bir yıl sonrasına ait. Elinde çantası ve şapkasıyla şair, arkadaşlarıyla birlikte. 

Ankara Erkek Lisesi bahçesi, 1929.

Taş Mektep adlı eserde Turan Tanyer şöyle yazmış: "Oktay Rifat, öğrencilik yıllarını anlatırken, 'Orhan'ı ilk mektebin beşinci sınıfından beri tanırım. Asıl dokuzuncu sınıfta canciğer arkadaş olduk. 21-22 yıllık bir hikaye. İkimiz de şiir delisi idik. Orhan zil çalar çalmaz yanıma gelir: "Teneffüsü gavur etmiyelim Oktay." derdi. Şiir sözü edelim, şiir konuşalım demekti bu. Bir yıl sonra İstanbul'dan Melih geldi. O da bizim gibi şiire tutkundu. Üç kafadar çocukluktan delikanlılığa el ele geçtik,'der."


Devam edecek. Dedim vaktiyle ama getiremeyecek gibiyim. Burada bırakalım.

Not: Fotoğrafların üzerine tıklarsanız daha büyük görüntü elde edebilirsiniz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder