2 Ekim 2010 Cumartesi

Sonbahar mevsiminde miyiz biz şimdi?


" Yapraklar solmuş, yerlerde ölü yatarken " diye şakıyan Koray Candemir'e eşlik etmek için sonbaharın gelmesini bekliyordum ne zamandır. Coğrafya dersinde teorik olarak öğrendiğim bilgiye göre güz mevsimine girdik. Amma ve lakin yerlerde henüz solan, can çekişen, ölen yapraklardan eser yok. Üstelik ağaçlar her dem yeşilgiller familyasına ait olmamasına rağmen bu böyle. Bu yüzden hala beklemedeyim. Gerçi normalde pek renksiz olan sesimin kulaklıkla şarkı dinlerken işkence seviyesine yükseldiğini birçok kereler başkalarından işittim ama çığırmadan olmuyor bazen arkadaş.

E, tabii sonbahar kapıdan içeriye süzülünce garip ruh hallerine girmeye başladım ben de. Bazen diyorum alıp başımı... O zaten hep benimle gerçi ya en iyisi şöyle değiştireyim ben onu: Bazen diyorum alıp kitabımı Gülhane Parkı'na gideyim, birkaç sayfa okuyayım. Hatta o esnada açık olan sayfanın üzerine bir yaprak düşsün, elime alıp inceleyeyim. Artık biri ağaca çıkıp silkeler de öyle mi düşer yoksa güzellikle kendiliğinden mi dalından kopar, orasını bilemem. Fakat illa ki düşecek. Yoksa bu güz tablosu eksik kalır. Yanımda bir de sayfaları sarı bir defter olursa değmeyin İlhami Bey'ime*. Bir iki cümle karalayıveririm içerisine.

Nostaljik havası, etkileyici manzarası falan bir yana sonbahar mevsiminin bir güzel yanı da takip ettiğim dizilerin yeni sezona selam çakmalarıdır. Gönül isterdi ki bu cümlenin peşinden " Lost " tadında bir dizi adı gelsin ama hakikati gizlemek olmaz şimdi. Son sezonlarda melek&şeytan meseleleri üzerinden senaryo üreten ve bu sebepten ötürü izlerken bazen içimden " Çarpılacağım sizin yüzünüzden! " diye geçirdiğim Supernatural, " Sihir icat oldu, mertlik bozuldu " dedirten ve genç Merlin&Arthur ikilisinin muhabbetlerinin zaman zaman karın ağrılarına sebep olduğu Merlin, " Bazinga! " diye ortalıklarda dolaşmama neden olan ve her eve lazım Sheldon karakteri ile bırak fırtınayı kahkaha hortumu estiren The Big Bang Theory, " Yemişim Edward Cullen'ı, sana birşey olmasın Damon Salvatore " şeklinde çığırmama sebep olan The Vampire Diaries bu sezon da takip ettiğim yabancı diziler arasında yerlerini koruyorlar. Yerli yapımlardan da Öyle Bir Geçer Zaman Ki ve Deli Saraylı' yı listeye eklediğime göre bu iş de tamam.

Gelelim lahananın - yeşillikle pek aram yoktur ama fasülyeden daha fazla severim kendisini - faydalarına. Sonbaharın bir güzel yanı da TÜYAP kitap fuarı tabii ki. Aylar öncesinden kitap araştırmaları yapıp sonucunda uzunca bir liste oluşturmuştum. Burada bir yerlerde olacaktı. Neyse. Dedim ya güz mevsiminin nostaljik havası vs. diye, bana bir Türk klasikleri okuma hevesi aşıladı ki ne yapacağımı şaşırdım. Geldi, böğrümün orta yerine yerleşti. Gitmek de gitmiyor. Oysa ben geçen seferki D&R çıkartmasının ardından Dünya klasiklerine ağırlık vermeyi planlıyordum ama herşey planlandığı gibi olmuyor sayın okuyucu. Şeytan diyor ki - lafın gelişi - git fuara, Refik Halid Karay'ın eserlerinden üç tane kap gel. Fakat hali hazırda henüz el sürmediğim iki eseri var zaten kitaplığımda. Biri bin küsür sayfalık, diğeri yedi yüz küsür. Küsüratları atınca ne eder? Bin yedi yüz. Güz mevsimi çıkana kadar yeter normalde ama ben anormalim. İşte sorun burada. " Bakalım zaman neler gösterecek? " deyip sıyrılayım işin içinden. Bu arada, zaman da olmasa kime sırt verip rahatlayacaktık azizim.

Yazımın sonuna gelmişken benimle birlikte buraya kadar gelebilenlere solmuş yapraklardan bir demet sunuyorum teşekkür mahiyetinde. Sevgiler...

* İlhami Bey " Hıçkırık " filminde Kartal Tibet'in canlandırdığı karakter olup benim sözlüğümde ilham perisi yerine geçer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder