16 Mayıs 2012 Çarşamba

Misler gibi bir günün ikinci durağı: Van Gogh Alive


Dakikalardır ben ekrana bakıyorum, ekran bana bakıyor. Bir türlü ne yazacağımı kestiremedim. Anlatılmaz yaşanır dediğimiz türden bir sergiye gittim çünkü: Van Gogh Alive.

Sergiye birlikte gitmek üzere Burcisu ile sözleşmiştik ki kendisi İstanbul'a geliş tarihinin ertelendiği haberini verdi. Ondan evvel Angel'dan bir davet almıştım fakat Burcisu'ya söz verdiğim için geri çevirmek durumunda kalmıştım. Yalnız gezmeyi kendine adet edinmiş bir insan olmadığım için öylece kalakaldım.  Ümidimin sıfır noktasına yaklaştığı zamanlarda imdadıma kardeşim yetişti. Böylelikle Van Gogh Alive tecrübesini yaşayanlar topluluğununun arasına ben de karıştım. Şimdi Hiro Nakamura misali やった! diye bağırmayayım da ne yapayım a dostlar?


Serginin düzenlendiği binanın önüne geldiğimde yüreğim ağzıma geldi afişte " Pazartesi günleri kapalıdır " yazısını görünce. Şaşkın ördek gibi kalakaldım. " Ee, o zaman bilet gişesine giden bu insanlar neyin nesi? " gibisinden bir soru işareti beliriverdi başımın üzerinde. Hala anlam verebilmiş değilim o yazıya. Hayalgücümün bana oynadığı bir oyun diyeceğim ama kardeşim de gördü yazıyı. Tipik " Anlayan el sallasın bana merhaba der gibi " durumu...


Van Gogh Alive sergisine ressam hakkında geniş bilgi sahibi olduğu için değil, bilakis sergiden geniş bilgi sahibi olarak çıkmak için gidenlerdenim. Zaten çoğu sergiye bu amaçla gidiyorum. İyi de yapıyorum. Bence. Hal böyleyken Vincent van Gogh'un Japon kültürüne derin bir hayranlık beslediğini ve sanatı ile çok ilgili olduğunu öğrenince benim kendisine olan alakam da iki kat arttı. Yapacak birşey yok arkadaşlar. Japon kültürüne meraklı olduğum kadar, Japon kültürüne meraklı olanlara da ilgi duyarım. Elimde değil. Böyle programlanmışım.


Ressam mektuplarında Japonya'dan çokça bahsedermiş ki bu bana doğumundan bugüne her adımına şahitlik ettiğim birini anımsattı nedense. Alive sergisinde gösterilen mektupların arasında Japonya'ya dair cümleler var mıydı bilemem ama resimler vardı. Dört tarafımı çevirdiklerinde yaşadığım mutluluğu anlatamam. Sergi böyle birşey zaten. Her yandan kuşatılıyorsunuz Vincent van Gogh'un sanatıyla. Klasik müzikten seçmeler de eşlik ediyor size. Böyle bir ortamda yere oturup akşama kadar hipnotize olmuş gözlerle seyredebilir insan etrafı. Ben iki kere baştan sona seyrettikten sonra çıkmama rağmen aklım içeride kalmadı desem yalan olur. 


Van Gogh'un hayatı da, eserleri kadar olmasın, ilgi çekici. Ressam arkadaşı Gauguin ile arkadaşlığı sekteye uğrayınca kulağını kesmesi, akıl hastanesinde yatması, yaşamına kendisini kırsalda göğsünden vurarak son vermesi... Serginin bitimini de silah sesiyle gerçekleştirmişlerdi. Dehşetengiz bir etkileyiciliği vardı. Bu arada, bugüne kadar en yüksek fiyata satılmış resim Van Gogh elinden çıkma Portrait of Dr. Gachet imiş. Sanat eserlerine fiyat biçmek komik gelmiştir bana hep ama yine de ilginç bir bilgi niyetine paylaşıyorum sizlerle. 

Velhasılıkelam, iyi ki böyle bir tecrübe yaşamışım dedim günün sonunda. Halen aynı fikirdeyim. Dün itibariyle bitti İstanbul'daki süresi. Ankara'da açılacakmış tekrar duyduğuma göre. Orada yaşayanlar kaçırmasın diyor ve sözlerime ressamın mektuplarından birinde yazdıklarından alıntı yaparak son veriyorum: " Sanat nasıl da zengin; eğer kişi sadece gördüklerini hatırlayabilse, bir daha ne düşünce açlığı ne de yalnızlık çeker. "

2 yorum:

  1. Biz de Büşra ile pazar günü gittik. Gitmek istediğini bilseydim davet ederdim seni.
    Biz de büyülendik. 4 - 5 kere baştan sona izledik. Bir tanesini sırf fotoğrafa ayırdık hatta :)
    Hiç çıkmak istemedik. Daha devam ediyor olsaydı ikinci kez gitmeyi teklif edecektim Büşra'ya :)

    YanıtlaSil
  2. Düşünmen bile yeter Gizem. Teşekkür ederim (: Siz epey izlemişsiniz desene. Benim yapılacak işlerim olduğundan iki ile yetinmek durumunda kaldım. Gerçi kaç kere izlemiş olursak olalım doyamazdık muhtemelen. Ankara'ya mı gitsek? N'apsak? :D

    YanıtlaSil