3 Temmuz 2012 Salı

Ağaca tırmanmayı seven çocuktan ağaca bakıp iç geçiren gence geçiş yapışımın hikâyesidir bu.

photo credit: astrals-stock.deviantart.com

Çocukluk fotoğraflarım arasında böyle bir karenin olmayışı o dönemler fotoğraf makinemizin olmadığı anlamına geliyor, hiç ağaca tırmanmadığım manasına değil. Zira küçükken yapmaktan zevk aldığım şeyler listesinde ağaca çıkmak maddesi yıldızla işaretlenmiştir. Gelin görün ki yıllar geçtikçe ağaçlarla aramda yaşanan aşk platonik hale kaydı. Artık yerden yükselmek istediğimde mesafeyi bir metreden fazla olmayacak şekilde ayarlamaya gayret ediyorum. Siz nedenini sormadınız ama ben yine de anlatayım. Bir başka paragrafta...

Yazlardan bir yaz, günlerden bir gün kalabalık bir grup halinde denize gitmeye karar verdik. Az gittik, uz gittik; şöyle yarım saat sonra kıyıya inmeden önce aşmamız gereken yere ulaşıverdik. Ben buraya sınav yeri diyorum çünkü denizi haketmek için geçmemiz gereken bir test aşaması gibi bahsi geçen mekan. Toprak, kayalık, ağaç ve otluk karışımı; hafif eğime sahip bir yer. Sözün özü eğer şansınız yaver gitmez de ayağınız kayarsa dibi boylarsınız ki dip kısmı deniz kıyısı olduğundan epey tehlikeli çünkü kumla değil çakıl taşları ile kaplı. Tam olarak şöyle:

photo credit: www.cepolina.com

İlk değildi oradan denize inişimiz ama etkisi o gün farklı oldu. Her seferinde yaptığım gibi toprağa, ota, bulduğum her şeye tutunarak inmeye çalışırken biraz daha aşağıda bir kız çocuğunun kaydığını gördüm. Dipte bizim tayfadan birinin onu tutmasıyla ciddi bir yara almaktan kurtuldu minik lakin benim içime işledi o an. Kumsala inene kadar akla karayı seçtim. Ayaklarım çakılları hissetmeye başladığı anda bambaşka bir ruh haline geçiş yaptım. İlerleyen saatlerde denizle bol bol kucaklaştım. İkindi üzeri babam eve dönme vaktinin geldiği haberini verdi. Biraz nazlandık, süreyi uzattık. Eninde sonunda yine kaçınılmaz yola girdik. Bu sefer yukarı tırmanmamız gerekiyordu ama bir sorun vardı: Bacaklarım her hareketimde yay gibi titriyordu ve yay gibi derken abartmalı bir söz sanatına başvurmadığımdan emin olabilirsiniz. Buyrun cenaze namazına! Acilen kurulu topladık. Düşündük taşındık ve soruna şu şekil bir çözüm getirdik: Babam yukarıya tırmanarak bir fasülye sırığı buldu. Ulaşabileceğim yere kadar geri inerek sırığı öne uzattı. Şu kadarını söyleyeyim ben hayatımda hiçbir şeyi bu kadar sıkı tuttuğumu hatırlamıyorum. Tepeye çıktığımızda ellerimi sırıktan ayırmak için n'aptılar acaba? Aslında babam kendisi bizzat yardım elini uzatmıştı ama baktı ki ikimizin ayağını kaydıracak kadar çıkmışım raydan böyle bir yöntemle temiz bir şekilde halletmeyi yeğledi. Sonraki günler otururken veya kalkarken bacaklarım feci şekilde sızladı. Merdiven inip çıkarken ise titrek modda yaylanmaya devam ettiler. 

photo credit: kkart.deviantart.com

İşte böyle sevgili okuyucu. O günden bu yana ağaca çıkma denemelerim olmadı desem yalan olur. Oldu parmakla sayılacak kadar az olmasına rağmen. Kimi zaman çıktığım ağaçtan inmeye cesaret edemedim de annemin direktifleriyle aşağıya bakmadan kör bir iniş yaptım. Kimi zaman boyum kadar ağaçlara sulandım ama aynı tadı vermedi tabiî. Gün geldi bırakın ağacı yokuş çıktığımda kilitlenip aşağıya inemediğim oldu. Bunun bir örneğini Büyükada'da yaşadım. Molozları görünce dayanamayıp olabildiğince yukarı tırmandım ama geldiğim yolu görünce oracıkta işlemez oldu bacaklarım. Hemen yerle aramdaki mesafeyi azalttım. Diğer bir deyişle çömeldim. Sonra işi iyice abartıp sürüne sürüne aşağıya indim. İndim ama Burcisu'nun yardımı ile. Geçen yıl Rumeli Hisarı'nda yaşadığım dehşet dolu anlara ise hiç girmeyeyim.  

Velhasılıkelam, köy çocuğuyum ben canlar. Nasıl üzülüyorum bu duruma anlatamam. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder