3 Temmuz 2012 Salı

Haruki Murakami - Zemberekkuşu'nun Güncesi


" İnsanlar eğer sonsuza dek yaşasalardı, hiç ölmeselerdi, hep bu dünyada sağlıklı ve yaşlanmadan kalabilselerdi, sence gene de, düşünmek için kafa patlatırlar mıydı, şimdi bizim yaptığımız gibi? Biz, görüyorsun ya, her şey üzerinde düşünüyoruz az çok; felsefeydi, ruhbilimdi, mantıktı. Dindi, edebiyattı. Ölüm olmasaydı eğer, acaba bu düşünceler, bu karmaşık kavramlar bu dünyada varolurlar mıydı? Merak ediyorum... "

" Bir insan için bir başka insanı derinliğine tanımak olası mıdır? Birini gerçekten tanımak, hem zaman hem de içtenlikle harcanacak çaba ister, ama gene de özüne ne derece yaklaşılabilir ki? "

Bak bu şimdiki beni anlatıyor: " Çok geçmeden, artık alışık olduğum bir düşünce tutukluluğuna uğradığımı anladım: ne aradığımı, ne yapmak ya da yapmamak istediğimi giderek daha az anlar oluyordum. " 

Kitaptan birkaç alıntı yaptım. Yıldızlı pekiyi de verdim. Eh, ben gideyim artık... desem de inanmayın. Gerçeklik payı da yok değil hani. Ne yazacağımı bilemiyorum şu an. Neyse. Elbet bir iki düşünce saçılır etrafa birazdan. Bekleyelim birkaç dakika. Şimdi bu sürenin geçtiğini varsayıyoruz ve ben giriyorum mevzuya.

Gün geçmiyor ki Haruki Murakami okuyanların ve buna bağlı olarak hayranı olanların sayısı artmasın. Ne demiş ünlü bir söz yazarımız? Benzemez kimse sana, üslubuna hayran olayım. Haruki Murakami için demiş hem de. Ya... Ben bu gruba İmkânsızın Şarkısı ile dahil oldum. En sevdiğim romanı da oydu yazarın. Geçmiş zaman kullandım çünkü Zemberekkuşu'nun Güncesi ile tanışınca durum değişti. Başka biri alana dek şampiyonluk kupası bu kitabındır. Sağdan soldan edindiğim izlenimlere göre yazarın son romanı 1Q84 dişli bir rakip olacakmış gibi görünüyor. Bakalım.

Zemberekkuşu'nun Güncesi'nin hangi tür romana dahil olduğunu belirleyen bana da haber versin mümkünse. Kendim oturtamadım belli bir kalıba. En iyisi Bay Zemberekkuşu'na geçiş yapayım ben direkt. Her şey kahramanımız Toru Okada'nın ( nam-ı diğer Bay Zemberekkuşu ) çalıştığı hukuk bürosundan sıkıntıdan patlama olasılığından korkarak ayrılması ile mi başladı bilemiyorum ama nihayetinde biz hayatının o dönemine konuk oluyoruz. Eşi Kumiko bu durumdan rahatsızlık duymamış, tam tersine aralarında gelişen rol değişimini onaylamıştır. Zaten çalışan bir kadın olduğu için ev işleriyle uğraşmak zor geliyordu tabiî. Kocasının boşta kalıp evin iç işlerini yüklenmesi de zor bulunur nimet niteliği taşımış olabilir. Olmayabilir de. İşi sulandırmadan devam edeyim. Çiftin bir evladı yok lakin ismini Kumiko'nun ağabeyi Noboru Vataya'dan alan bir kedileri var. Bir gün kedicik kayboluyor ve böylelikle birbirini kovalayan enterefantastik olaylar ve aynı sıfatla nitelendirebileceğimiz insanlar Toru Okada yoluyla kurgunun içerisine dahil oluyorlar.

Romanda karakter bolluğu var. Her biri ayrı ilginç. En çok May Kasahara isimli yeniyetme kız ile Zemberekkuşu'nun muhabbetlerine bayıldım ben. Hatta ayılıp bir kere daha bayıldığım anlar oldu. Bu ikilinin konuşmaları insanı düşünmeye sevkediyor ve beyni aşırı derecede yoruyor zira. Müzik yine onur konuğu. Haruki Murakami'nin en sevdiğim yanlarından biri de bu. Müziği eksik etmez eserlerinden. Fantastik öğeler romanın olmazsa olmazı ama gerçekmiş gibi gösteriliyor. İşin o kısmı biraz karmaşık. Pardon! Biraz mı dedim? Bayağı diyecektim. Tarih var, savaş var; savaştan etkilenenler var. Velhasılıkelam, bu romanda olmayan ne var? Eh, okumadan bilemezsiniz. Benden bu kadar.

Sevgiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder