20 Şubat 2013 Çarşamba

Arkadaş tavsiyesi olmasa ne zaman seyrederdim kimbilir diyerekten: City Hunter


Burcisu'yu K-Drama dalgasına sürüklemek için Secret Garden'ı kullandığım günler dün gibi aklımdayken bugün onun bana dizi tavsiye edecek kıvama gelmiş olması gözlerimi yaşartıyor sevgili okuyucu. Demem o ki, City Hunter dostane insanın önerisiyle seyrettiğim ilk yapım olmasından ötürü kıymetlidir. Aslında aklıma yattığı bir dönem vardı dramanın. Elimin altındaydı tüm bölümler. Fakat bilgisayara format atmam gereken bir zamanda yedeklenecekler listesine eklemeyişimin sonucu olarak dönüş yapmadım. Başlamadan bitti desem daha doğru olacak bu durumda ya neyse. Bugün burada bulunmamın nedeni Burcisu İstanbul'a geldiğinde yorumlarımla kendisine dört bir koldan saldırmadan önce sizin kafanızı şişirmektir. Niyetimi belli ettiğime göre çıkmakta özgürsünüz. Kapı sağ üst köşede.

İntikam soğuk yenen bir yemektir. Aranızda bu sözü duymayan kalmamıştır herhalde. Peki hiç düşündünüz mü bu yemeğin içerisinde neler var diye? Basit. Aksiyonun üzerine bolca dram, biraz da romantizm koyunca alın size City Hunter tarzında bir intikam yemeği. Böylelikle dizinin türü hakkında bilgi vermiş bulunuyorum. 2011 yılı Güney Kore yapımı olduğunu da belirteyim de ben... Dizinin çekirdeği seçtiğim posterde saklı. Konunun özüne cuk diye oturuyor. Biraz daha açayım yine de karakter tanıtımları eşliğinde. 

Yazmaya ana karakterden başlamıyorsam bir sebebi var. Hele bi durun.  1983 yılında Güney Koreli askeri bir ekip devlet tarafından verilen gizli bir görev sonrasında yine devlet eliyle ortadan kaldırılır. Bu ikiyüzlülüğün örtü niyetine kullanıldığı masanın etrafında beş devlet adamı vardır. Onlar her şeyin hesap ettikleri gibi geliştiğini sanadursunlar, biz dostluk bağıyla bu kıyımdan kurtulan Lee Jin Pyo'ya gelelim. Park Moo Yul adındaki arkadaşının son anda kendisine siper olması sayesinde Sağ Kalan Çocuk Harry Potter'a eşdeğerde olmasa da kendince bir ün kazanır. Şöhreti önce gizli yaşar tabii. Ee, adam ülkenin karanlık sırrına vakıf olmuş. Sağ koyarlar mı bilseler? Koymazlar. Bir kişi hariç. İsim vermiyorum. İzleyince öğrenirsiniz. 

Sağ kalan tek kişi olmanın ağırlığını üzerinde hisseden Lee Jin Pyo çareyi intikam planı yapmakta bulur. Planın içine henüz kundakta bir bebek iken annesinden kaçırdığı Lee Yoon Sung'u eker. Besleyip büyütür onu. Bir yandan da intikam için tam donanımlı olmasını sağlamak adına sıkı bir eğitimden geçirir. Lee Jin Pyo'yu babası bilen Yoon Sung'a vakti geldiğinde öz babasının beş devlet adamının aldığı bir kararla ölüme mahkum edildiğini anlatır. Fakat hesap edemediği birşey vardır. Yoon Sung işin sorumlularını öldürerek değil, aksine, yaptıkları yolsuzlukları topluma afişe etmek suretiyle intikam almak niyetindedir. Yalnız Kim Sang Joong karizması diye bir şey varmış. Onu öğrendim. Bastonu da etkili oldu dramanın en karizmatik oyuncusu ödülünü vermemde kendisine.

Yoon Sung, yukarıda anlattığım sebepten ötürü, yine yukarıda anlattığım şekilde intikam alma yoluna gidince en sevilen halk kahramanlarından biri olur: City Hunter. Iljimae ile benzerlikleri var. İkisini de seyredenler zihinlerinde açabilirler bu mevzuyu ama ben burada dile getirmeyeyim. Ne diyordum? Heh! Kahramanımız bir yandan beş kişilik ekibi teker teker ifşa ederken diğer yandan 1983 yılında yaşananların ardına düşer. Eş zamanlı olarak biz seyirciler de yavaş yavaş tüm gerçeklerin gün yüzüne çıkışına tanık oluyoruz yirmi bölüm süresince. 

Karakteri canlandıran Lee Min Ho özellikle peşine düştüğüm aktörlerden biri değil. Güney Kore'nin kült yapımlarından Boys Over Flowers'tan başka hiçbir dizide seyretmemiştim City Hunter ile karşı karşıya kalıncaya dek. Her bölümde aklımdan geçen düşünce şuydu: Lee Min Ho'nun ses ayarı nereden yapılıyor acaba? Biraz yükseltsek, biraz renklendirsek. BOF'ta nasıldı hatırlamıyorum ama burada çok battı gözüme. Hislerin fazlasıyla güçlü yaşandığı bir yapım söz konusu zira. Hal böyle olunca oyuncunun da sesini ona göre kullanmasını bekliyor insan. Ben bekliyorum en azından. Nihayetinde beklediğimle kaldım. Buna rağmen kendisini Yoon Sung rolünde izlemek keyifliydi. Yetenekli bir aktör olduğu herkesçe malum. Ödüle doymamış nitekim bu dizideki oyunculuğuyla.

Kim Na Na, Kim Jong Shik'in , beşlilerden biri de bu, sebep olduğu bir trafik kazasında annesini kaybeder. Babası ise komaya girer. Kim Jong Shik'in yalancı şahit tutması yüzünden fatura babasına kesilir. Kızımız bu gerçeği unutmamakla birlikte hayata sıkı sıkı sarılmayı ihmal etmez. Yolu Yoon Sung ile kesişir bir devirde tahmin edebileceğiniz üzere. Aşk olmazsa olmaz malum. O kadar dedim kahraman dediğin aşık olmamalı diye. Hatta Lee Jin Pyo da Yoon Sung'a dedi. Hatta ve hatta Yoon Sung kendine dedi fakat eninde sonunda gönül yayları gevşedi. Kim Na Na da başına hatrı sayılır bir bela sarmış oldu. 

Rolü canlandıran Park Min Young sevimli mi sevimli bir oyuncu. Sungkyunkwan Scandal'dan tanıyor ve biliyoruz çoğumuz ki City Hunter'ın bir bölümünde bu diziye atıfta bulunulmuştur. Şöyle ki, Na Na annesi hastanede tedavi gören bir çocuğa adını sorar. Kim Yoon Shik cevabını alınca bu ismin kendisine tanıdık geldiğini söyler. Bingo! Bir önceki dizide kimliğine büründüğü karakterin adıydı. Ben de bi tebessüm etmedim değil. Sungkyunkwan Scandal'a da selam olsun. Yine izlenir o drama. Neyse. Efenim, Lee Min Ho ile kimyalarının uyuşması City Hunter'ın hanesine +1 puan olarak geçmiştir ki gerçekte de bir süre çıktıkları biliniyor. Ayrılık haberlerinin hayranların azalmaması adına uydurulduğu söylense de çeşitli çevrelerde ben kendi bilecekleri iş demeyi tercih ediyorum.  

Savcıların kralı. Kim Na Na'nın uzun bacaklı ahjusshisi. Yoon Sung'un belalısı. Kim Young Joo. Böyle bir adamın babasının Kim Jong Shik olması inanılır gibi değil. Zira o ne kadar yamuksa oğlu o kadar kare. Soğuk espri esti. Camları kapatın. Öhöm! Sade benim değil bütün seyircilerin sevgilisi olmuştur diye düşünüyorum bu karakter. Babasına olan zaafı da olmasa... City Hunter ile aralarındaki tatlı sert çekişme izlemeye değerdi. Duygularının önüne geçip doğru olanı yapması da takdire şayandı doğrusu.

Lee Joon Hyuk'u ilk defa bu yapımda seyrettiğimi sanıyordum. Secret Garden'da konuk oyuncu olduğunu öğrendiğimde epey şaşırdım haliyle. Nasıl unuturum? Hala aklım almıyor. He canlarım, he! Sevdim keratayı. Rolü canlandırmada başarılıydı. Başka yapımlarda birbirimize denk düşersek fena olmaz hani. 

City Hunter'ı seyredeceğimi ilan ettiğim anda yorum yağmuruna tutuldum sevgili okuyucu. Kimi senaryodan dem vurdu kimi dizi müziklerinden. Bazısı başlarda ardarda üç bölüm seyredip sonlara doğru dizinin bitmesini istemediğinden bölüm sayısını bire indirdiğini söyledi. Bazısı oyuncuları övdü. Türünün en iyisi olup olmadığını bilemem. Iris gibi bir yapım izlemişliğim var geçmişimde. Yine de en iyilerinden olduğunu söyleyebilirim. Aksiyon sahnelerinin doygunluk verici özelliği başat artılardan biri. Dizi müziklerinden en sevdiğim Red Water adı altındaki enstrümantal parça oldu. Alkışlar eşliğinde geliyor:



He! Finalle ilgili bir sözüm olacak. Drama Tsukasa Hojo'nun aynı isimli mangasından uyarlama olduğu için değiştirmemiş olabilirler. Bilemiyorum. Yine de şöyle düşünmeden edemiyorum: Son beş dakikalık bölüm çekilmeseymiş daha etkileyici bir son olurmuş. Diyeceklerim bu kadar değil elbette fakat blog yazısı için yeterli bence. Fazla uzattım zaten. Velhasılıkelam, eğer aksiyon&atraksiyon seviyorsanız, duygu yüklü bir dramdan zevk alıyorsanız, üstüne de romantizm isterim diyorsanız City Hunter ellerinizden öper. Ama önce Gaksital. Hepiniz seyretmeden içim rahat etmeyecek. Huzura kavuşturun artık beni :P

Sevgiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder