23 Şubat 2013 Cumartesi

O zaman ne diyoruz? Üçü birarada mı?

Normalde her kitaba ayrı başlık ayırırdım fakat okuduğum son üç kitabı tek çatı altında toplamayı yeğledim bu kez. Açıkta kalan, üzülen, kırılan olmasın. Hiç yazmama ihtimalim de vardı, sıkça başvurduğum bir tembelliktir, ama kıyamadım sözün özü. Başlayalım mı?


David Herbert Lawrence'ın okuduğum üçüncü eseri oldu Gökkuşağı. Bir aile soyağacının farklı kuşaklardaki bireylerini; özellikle baba, kız ve torun biçiminde ilerleyen üç kişiyi yaşamları dahilinde inceleme fırsatı sunuluyor okuyucuya. Karakterlerin din, eğitim, savaş, evlilik, aşk vb. konulardaki düşüncelerine ve bunları pratiğe dökme biçimlerine şahit oluyor kitap kurtları.

Evvelce belirtmiştim. İngiliz klasiklerine beğeniyle yaklaşma eğilimim var. Önden başlıyorlar maratona. Gökkuşağı'nın üzerine de keyif alacağım beklentisiyle eğildim. Nihayetinde beklentim gerçeğe dönüştü. Yazarın şimdiye dek okuduğum en iyi kitabı budur diyebilirim rahatlıkla. Dedim bile. Eğer siz de klasik eserlerle ilgileniyorsanız okunacaklar listenize değil de mutlaka okunacaklar listenize eklemenizi tavsiye ederim.

Sizi bilmem ama klasik kitaplar benim zihnimi yoruyor. Öyle hop diye bir iki günde bitirilecek eserler değil. Kalınlığı serçe parmağını geçmiyorsa iş değişir tabii. Neyse. Demek istediğim sık sık durup üzerinde düşündürüyor insanı yazılanlar vasıtasıyla okuma sürecinde. Hal böyle olunca Gökkuşağı'nın ardından su gibi akıp gidecek bir şey arıyordum ve buldum: Asla Arkana Bakma



Tess Gerritsen ismini sıkça duymuş fakat kitaplarından hiçbirini okumamışgiller familyasından yeni ayrıldım. Asla Arkana Bakma ile açılışı yaptım. Kitap pilot olan babasını trajik bir şekilde kaybeden(?) Willy'nin ölüm döşeğindeki annesinin son isteği karşısında direnme gücünü kendinde bulamayınca yollara düşmesiyle başlar. İstek babasının hala yaşıyor olma ihtimaline karşı onu aramasıdır. Velhasıl, karakter kendini Amerika'dan Vietnam'a uzanan bir maceranın içerisinde bulur. 

Kitap bağrıma basma isteği uyandırmamasına rağmen bende çabuk bitti. Yazı boyutunun büyük olmasından mı diyeyim, rahat okunmasından mı diyeyim, bilemedim ama üç günde hatmettim üç yüz küsür sayfayı. Ana değil de ara roman tadındaydı. Zihnimi epey rahatlattı. 

Yazar hakkında kesin bir yargıya varmadım henüz. En azından iki kitabını daha okumam gerektiğini düşünüyorum netliğe yakın bir görüşe sahip olabilmek için. Bekleyip görelim. 


Paul Auster ile tanış sayılırız. Kış Günlüğü okuduğum dördüncü kitabı zira. Otobiyografi tadında bir eser. Yazar kimi zaman yakın geçmişe kimi zaman çocukluğuna kimi zaman ise gençliğine yolculuk yaparak hatırladıklarını Kış Günlüğü yoluyla okuyucuya aktarmış. Normalde yazarların hayatları hakkında araştırma yapma konusunda tembel olanlar için altın değeri taşıyor haliyle. 

Yakın geçmişten kopup gelen yazarların eserlerini okuma konusunda eli sıkı olan ben söz konusu Paul Auster olunca parmaklarımı olabildiğince hareketlendirerek kitapların çevresine sarıyorum. Doygunluk hissi veriyor yazdıklarıyla. Haruki Murakami'den sonra en çok tercih ettiğim günümüz yazarı olacakmış gibi görünüyor ama dur bakalım.

Bitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder