22 Kasım 2013 Cuma

Uzakdoğu ilgimin annemdeki karşılığı


Birazdan okuyacak olduğunuz şeyleri kendime saklasam daha iyi olacaktı aslında. Ne var ki ilerleyen zamanlarda yayınlayacağım blog gönderisinin - tembellik radarına takılmaz umarım - içeriğindeki bir tavrın anlaşılması için gerekli olduğunu düşündüğümden aile içi bir iki komediyi ifşa etmeye karar verdim. Gülmek serbest bana belli etmediğiniz müddetçe. Anlaştığımızı varsayarak bodoslama dalıyorum konuya.


Annem Japonya'ya olan ilgimi oldum olası kötüye - lafın gelişi - yormuştur ki bu kızının bir Japon ile sevgili olması dahası evlenmesi demek oluyor ona göre. Ne yalan söyleyeyim? Varsa bi Ken'ichi Matsuyamalarını alır(d)ım. Fakat adam birkaç ay önce ikinci kez baba oldu. Bu durumda bana evliliği daim olsun demek düşer. Şaka bir yana Güney Kore olsa mevzu anlayacağım bir nebze annemi. Zira ülkenin kültürünü araştırarak değil hayranı olduğum kişilerin - liste kabarık olduğundan isim vermiyorum - katıldıkları programlar, rol aldıkları yapımlar vb. aracılığıyla öğrenir oldum. Velhasılıkelam ben Kore kültürünü aramadım, o beni buldu. Japon kültürüne el atmamın sebebi ise tertemiz bir merak. İkinci ya da üçüncü şahıslarla alakası yok sizin anlayacağınız. Hal böyleyken annemin verdiği tepkiler epey eğlendiriyor beni. Bazen korkutsa da...

Son yıllarda Uzakdoğu paketinden Güney Kore de çıkınca endişeleri ikiye katlandı anacuğumun. Kolay değil tabii. Ne de olsa bir ülke daha demek damat adayının yabancı olma olasılığının acımasızca artması demek. Duyan da kapımda ellerinde çiçek demetleri ve çikolatalarla çekik gözlülerden oluşan bir ordu bekleşiyor sanacak. Ben bi gülüp geleyim müsaadenizle. 


Aşağılarda bir yerde okuyacağınız diyaloglarda - yazının yerleşim planı biraz düzensiz olacak ama idare ediverin artık - annemin sarfettiği cümlelerin direkt Japonya veya Kore ile alakası yok aslında. Benim yüzümden özelleşmiş genel bir durum. Yani İngiltere de desem İtalya da sonuç değişmeyecekti. Marmara bile kurtarmıyor. O derece. Ohannesburger dediğinizi duyar gibiyim. Çok ayıp. Neyse. Sözlerime biraz açıklık getirmeyi deneyeyim ben. Efenim, bilen bilir, Japonların gözünde bir gaijin ( Japon lügatında yabancılara verilen isim ) ne yaparsa yapsın gaijin olmaktan kurtulamaz-mış. Ömrünü de verse bir kere gaijin olan hep gaijin kalırmış. Heh! İşte annemin gözünde de durum aynı. Yurtdışını geçtim ülke içinde dahi sempatizanlık yapıp damat adayı tercih listesinde ilk sıraya Lazları, ikinci sıraya Karadenizlilerin geri kalanını, son sıraya ise Egelileri yazmıştır. Son tercihin onun açısından devasa bir adım olduğunu belirtmeme gerek var mı? Benim içinse çözemediğim bir bilmece ki öyle de kalacak muhtemelen. 


Annemin sınırı daraltmasında sülalece Laz oluşumuzun rolü büyük diye düşünüyorum ben. Japonya gibi yıllarca içine kapanık yaşamış büyüklerimiz. Evliliklerde gidip gidecekleri en ücra yer orda bir köy var uzakta olmuş. Şu anda da durum pek farklı değil. Yöreden bölgeye yayılma var o kadar. Kültür uyuşmazlığı yaşamak istememişler galiba. Haksız da sayılmazlar. Bir evde Lu ( Ezme lahana hemi de iç yağlı ) pişerken kimsenin midesinin atarlanmaması için Karadenizli olmaları şart mesela. Çocuklara Lazca öğretebilmek için daha fazlası gerek. Dil yok olma tehlikesi altında ama bizimkiler hâlâ " Eşim Laz olmadığı için evde Lazca konuşulmuyor. Öyle olunca çocuklar da dili öğrenmeden büyüyor " diyorlar da başka bir şey demiyorlar. Saçımı başımı yolacak kıvama geldim bu yüzden. Acım büyük. Dile getireyim dedim ama konuyu fena dağıttım galiba. Son birkaç cümleyi yok sayıp devam ediyorum. Demem o ki hal böyleyken ev içerisinde geçen şu diyaloglar anormal olmasa gerek:

Ben: ( Buraya Japonya ile ilgili bilgi girilecek )
Annem: Yine mi Japonya? Bana bak! Senin oralarda sevdiğin var da benim mi haberim yok?
Ben: ( Gelen tepkiye gülmekle meşgul olduğundan yanıt veremez )
Annem: ( İyice kuşkulanır ) Güldüğüne göre var biri. Kimseyi istemeyişinin nedeni şimdi anlaşıldı. Geçenlerde yengen rüyasında görmüş zaten Japonla evlendiğini. 
Ben: ( Ters tepeceğinden habersiz işi espriye vurur ) He. Otuzumu aştıktan sonra çaresiz kalacaksın ya bir ihtimal o zaman razı olursun diye bekletiyorum damadın olacak Japonu. Bu kız evde kalacak diye korktuğun için savunmanın zayıfladığı anda tanıştıracağım sizi. Mecbur kalacaksın kabul etmeye. 
Annem: ( Göz korkutmayı dener ) Sakın ha! Öyle bir şey yaparsan seni evlatlıktan reddederim. Neyim varsa kardeşinin üzerine yaparım. Kalırsın öyle.
Kardeşim: Ben de ablama geri veririm.
Ben: ( Batan gemiyi kurtarmaya çabalar ) Müslüman olur belki sayemizde. Fena mı? Bunu hiç düşündün mü?
Annem: İstemem dedim. O kadar.

Ben: ( Buraya kardeşine Kim Hyun Joong hakkında bir şeyler anlattığı cümleler girilecek )
Annem: Kimyoncuk mudur nedir? Kim o?
Kardeşim: ( Yangına körükle gider ) Ablamın Koreli sevgilisi.
Annem: ( Gözlerini kısarak bana döner ) Ne diyor bu?
Ben: ( Gülmekle meşgul ) Yok anne ya! Şaka yapıyor aklınca.
Annem: Hadi hadi. Güldüğüne göre doğru söylüyor.
Ben: Kim Hyun Joong sevenim olsa daha ne isterdim? Adam hem canlı heykel oluşuyla - burada gözleri üstteki fotoğrafa sabitliyoruz - hem de kişiliğiyle ilgi çekiyor.
Annem: Elin adamını alacakmış. Bizimkilerin suyu mu çıktı?
Ben: (o.O)

İşte böyle. Çoğunlukla işi espriye vuruyorum ortam yumuşasın diye lakin anneme toslayıp geri dönüyor. Ben de boş yere papara yiyişime yandığımla kalıyorum. Ne Kim Hyun Joong'da gözüm var, ki en bi sevdiğimdir kendisi, ne de başka bir Uzakdoğulu insan evladında. İkili ilişkiler ise sade ve sadece kendimden yola çıkarak uzak durduğum bir mevzu. Annemin hipotezini desteklemesi mantık hatasından ibaret. Buna rağmen ona endişelerinin boş olduğunu anlatamıyorum. Gerçi hakkını yemeyeyim. Son zamanlarda yumuşadı biraz. Fırsat bu fırsat diyerek buraya taşıdığım ilk diyalogtaki şeytani planı uygulasam mı acaba? :P



Hamiş: Fotoğraf hakları üçüncü şahıslara aittir.

2 yorum:

  1. Gülmemek için tuttum kendimi ama olmadı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gülünmeyecek gibi değil ki :D Koyver gitsin Özgecanım.

      Sil